2 Aralık 2009 Çarşamba

Müthiş Dâhi ve Dave Eggers

“Yazar bir biyografinin -aslında herhangi bir kitabın- başarısının anlatıcısının ne kadar cazip olduğuyla ilintili olduğunu hatırlatmayı borç bilir. Buna dikkatleri çekmek üzere yazar kendi ile ilgili aşağıdakileri önermektedir:

a) Aynı sizin gibi biridir.

b) Aynı sizin gibi, biraz sarhoş olunca hemen sızar.

c) Bazen prezervatif kullanmadan seks yapar.

d) Bazen sarhoş olduğunda prezervatifsiz seks yaparken sızar.

e) Anne babasına doğru düzgün bir cenaze töreni yapmamıştır.

f) Üniversiteyi bitirmemiştir.

g) Erkenden ölmeyi beklemektedir.”

Dave Eggers, Boston şehrinde doğdu ve Chicago yakınlarında Lake Forest’ta büyüdü. McSweeney’s yayınevi, dergi ve websitesinin kurucusu olan Eggers, kendi hayat hikâyesinden yola çıkarak yazdığı Müthiş Dâhiden Hazin Bir Eser ile Pulitzer’e aday oldu. Senelik Okumanız Gerekmeyenler antolojilerinin ardındaki isim olan Eggers, son olarak büyük ses getiren kitabı Zeitoun ve Spike Jonze’nin sinemaya uyarladığı Maurice Sendak klasiği Where The Wild Things Are’ın senaryosu ve senaryoya dayalı romanı ile büyük beğeni topladı. Wild Things (Vahşi Şeyler) isimli roman, önümüzdeki aylarda Hakan Toker çevirisiyle raflarda olacak. Yine Hakan Toker çevirisiyle 2010 yılında yayınlanacak olan What Is the What isimli kitabıyla 2009 yılı Prix Médicis Étranger ödülüne layık görülen Dave Eggers, Kuzey Kaliforniya’da yaşamakta; The Believer, Timothy McSweeney’s Quarterly Concern ve Wholphin dergilerini hazırlamakta ve The New Yorker, Ocean Navigator gibi mecralarda yazmaktadır.

24 Ekim 2009 Cumartesi

Etgar Keret ve yenilmişlik...

Gazze Blues'un yazarları Etgar Keret ve Samir El Youssef söyleşileri çok yakında...

Keret'in The Believer söyleşisinden tadımlık bir bölüm:

The Believer: Bir süre önce Guardian’da İsrail’de dört ay yaşamış olan Linda Grant tarafından yazılmış bir makale okudum, bizim CNN’de gördüğümüz İsrail’den çok farklı bir portre çiziyor. Klostrofobiden, hezimet duygusundan ve güçsüzlükten söz ediyor. İntifada, yolsuzluk skandalları ve toplumda görülen bölünmeden ötürü Siyonist düşe olan inancın yitirildiğinden. Senin öykülerini okumaya döndüğümde, benzer bir şey hissettim.

Etgar Keret: İnsanın hayata dair tek otantik duygusu yenilmişlik duygusudur bence. Kaybedeceğimizi bile bile oynadığımız bir oyun hayat. Öleceğiz. Uygarlığımız son bulacak. Toplumumuz inişte, fakat bu konuda çok da üzülmenin manası yok, Roma inişe geçti ve çöktü, ondan önce Asur uygarlığı inişe geçti ve çöktü, yok oldular, biz de bir gün yok olacağız. Olup biteni gerçekten kavrayabilirsen hezimet duygusu yaşaman kaçınılmazdır. Ama bu hayatını sevemeyeceğin ya da geliştiremeyeceğin anlamına gelmez.

Bu bağlamda, benim için İsrail’i, bölgeyi sevmemekle, genel olarak insan tabiatını sevmemek arasındaki farkı görmek zor, çünkü İsrailli siyasetçilerin ve pek çok siyasi sistemin retoriği şu: ‘Hayat güzel, her şey harikulade, fakat şu adamlar göt!’ Bugün İsrail’de yaşanan sorunların çoğu bölgeden kaynaklanan bize özgü sorunlar değil, her yerde yaşanan fakat İsrail’de aşırı boyutlara varan insani sorunlar. Yabancı düşmanlığı ve aşırı şiddete başvurmak – Orta Doğu’da icat edilmedi bunlar.

Fakat bana Siyonist ideolojiyle hayal kırıklığına uğrayıp uğramadığımı sorarsan, ben zaten Siyonizm’le hayal kırıklığına uğramış olarak doğdum. Annemle babam Siyonizm’le hayal kırıklığına uğramış olabilir, ama ben Siyonizm fikrini hiçbir zaman benimsemedim. Bana yolsuzluklarla hayal kırıklığına uğrayıp uğramadığımı sorarsan, yolsuzluklar beni fazla şaşırtmıyor derim. Durumu kabullenip kabullenmediğimi sorarsan, kabullenmiyorum. Sonunda iyi olup olmayacağını sorarsan, sana sonunda kötü olacağını söylerim. Bir çelişki yok bunda. İletmeye çalıştığım bir mesaj varsa o da, bununla baş etmenin tek yolunun esnek olmaktan, aşırı ve sert bir gerçeklikte yaşamaya devam ederken, hiçbir grubu dışlamamaktan geçtiğidir.

(Çeviren: Avi Pardo)

10 Ekim 2009 Cumartesi

Gazze Blues

Etgar Keret ve Samir El Youssef'tan savaşı, iç sıkıntısını, ümitsizliği anlatan ve karanlık bir bölgenin kayıp hayatlarına ses veren, sancılı ve sarsıcı bir çalışma: Gazze Blues.

“Evet, diye geçirdim içimden, evlenmeliyiz, Dalal ve ben. Evleneceğiz ve on çocuk yapacağız, sonra çocuklarımız ölecek ve devasa posterleri Kamp’ın duvarlarına yapıştırılacak, altına da ‘Siyonist Düşmanla Savaşırken Şehit Düştüler’ yazılacak. Ve Dalal ile ben şehit olmuş on çocuğun gururlu ebeveyni olacağız. Ondan sonra İsrail Lübnan’ı bir kez daha işgal edip Kamp’ı yerle bir edecek, böylece hepimiz ölecek ve bu boktan hayattan kurtulacağız.” – Samir El Youssef (Canavarın Susadığı Gün – Gazze Blues)

“İsrail’de bir kafeye gittiğimde pencere yanına oturmam, çünkü bir bomba patlarsa cam parçalarının yüzümü keseceğini biliyorum. Kendime, “Hayatım neden böyle? Adelaide ve Melbourne’da insanlar ölüm korkusu hissetmeden bir kafeye girip oturabiliyorlar,” demiyorum. Hayat böyle, diyorum, bu yüzden de oturacağım masayı seçiyorum. Öykü de (Tuvia’nın Vuruluşu – Gazze Blues) buna, olanları olduğu gibi kabul edip değiştirmek için bir şey yapmamaya dair.” – Etgar Keret

9 Ekim 2009 Cuma

Joyce Carol Oates Nobel Edebiyat Ödülü Almadı

Bahisçiler özellikle Joyce Carol Oates'u, ayrıca Amos Oz'u, Philp Roth'u itekleyedursun, Nobel bu yıl da beklenmedik sayılabilecek bir isime gitti edebiyatta: Herta Müller. Zeynep Heyzen Ateş'in eski bir yazısından alıntı yapmak, uygundur duruma:

"Eleştirmenler Oates'in hayatını 'Amerikan Rüyası'nın edebiyat alanında gerçekleşmesi olarak adlandırıyor. Küçük kasabadaki mütevazı bir aileden Amerika'nın en çok satan yazarlarından biri olmaya uzanan bir öykü bu çünkü. Yine de yazar, hayatının sadeliğini değiştirmiyor, yıllardır sürdürdüğü ders verme ve yazma rutinini bozmuyor hatta emekli olmayı düşünmüyor. Bunu açıklamak istercesine de Hanry James'in bir sözünü asıyor çalışma odasına: "Karanlıkta çalışıyoruz, yapabileceğimiz kadarını yapıyoruz, sahip olduğumuz kadarını veriyoruz. Şüphemiz tutkumuz, tutkumuz görevimiz. Gerisi sanatın deliliği." (Radikal Kitap, 16.06.2006)

3 Ekim 2009 Cumartesi

Okunan Kitaplar Satın Alınan Kitaplara Karşı!

Geçtiğimiz günlerde Sel Yayıncılık, Nick Hornby'nin 'Shakespeare Para İçin Yazdı' isimli kitabını yayınladı. Kitap, Hornby'nin The Believer dergisindeki köşe yazılarından bir derleme; Hornby köşesinde her ay satın aldığı kitapların ve okuduklarının bir listesini yapıyor. Sonuç oldukça ilginç, yazarın satın aldığı kitaplar listesi, okuduğu kitaplar listesinden hemen her zaman biraz farklı. Hornby'nin okuduğu, okumadığı ya da bir gün okumayı umduğu şeylere dair yazdıkları hem yazarı okur olarak karşımıza çıkarması açısından hem de kendi okuma alışkanlıklarımızı gözden geçirmek adına epey faydalı. Hornby'nin eğlenceli ve mizah dolu yaklaşımına da değinmeden geçmemeli. Hornby okumanın yaşama dair ve yaşamın içinde bir uğraş olduğunun altını çizmiş. Edebiyat eleştirmeni gibi değil de, okur gözüyle değerlendirmiş listesindeki kitapları.

Bu kitap içinde kitaptan pencereler açan kitapta benim dikkatimi çeken Hornby'nin Tom Perrotta'nın Türkçede Yatak Odası Dersleri adıyla yayınladığımız The Abstinence Teacher isimli romanına dair söyledikleri oldu:

"The Abstinence Teacher (Yatak Odası Dersleri) zekice kaleme alınmış, komik, düşünceli ve empati kurulabilen bir roman... Bu roman (Yatak Odası Dersleri) önemli meseleleri ele alıyor -isim vermek gerekirse, gülünç olma derecesinde birbiriyle zıtlaşma halinde olan, günümüzde en çok rağbet gören iki kültürün çatışması- ki bu meseleler, Tom Perrotta gibi zeki ve insancıl bir yazar tarafından acilen ele alınmayı gerektiriyor. Size tavsiyem şu: gelecek kuşaklar için yazan yazarları okumayın."

Perrotta'nın gündelik hayatın ürkütücü kutuplaşmalarını ele aldığı romanını hatırlamak için iyi bir fırsat 'Shakespeare Para İçin Yazdı'.

24 Eylül 2009 Perşembe

Nick Cave ve Bunny Munro'nun Ölümü

Nick Cave ile Londra'da gerçekleştirdiğimiz söyleşinin bir kısmı, geçtiğimiz 20.09.2009'da Gazete Haberturk'te yayınlandı. Söyleşinin tamamını Roll Dergisi Ekim sayısında bulabilirsiniz. 26.09.2009 tarihli Radikal Cumartesi ekinde de Nick Cave ile yaptığımız röportajı ve Piccadilly Waterstone's mağazasındaki imza gününü anlatan bir yazı yayınlanacak.

İmzalı Nick Cave kitapları için önümüzdeki pazartesi gününden itibaren ideefixe.com sitesini takip edebilirsiniz.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Nick Cave ile sohbet

Geçtiğimiz hafta Londra'da Nick Cave ile görüştük. Röportaj ve yazılar ile ilgili detayları önümüzdeki günlerde duyuracağız. Ayrıca şanslı okurlar için temin ettiğimiz dokuz adet Nick Cave imzalı kitabı da (yazar bir Türkçe kopyaya el koydu!) dağıtacağız. Haber bekleyin!

2 Eylül 2009 Çarşamba

Ya Birbirimizi Seveceğiz Ya Da Öleceğiz

Nick Cave’in yeni romanını okurken, müziğini göz ardı etmek oldukça güç. Şarkılarında da öykü anlatmayı seven ozanın romanı ile örtüşen pek çok şarkısı mevcut. İşte Bunny Munro’nun Ölümü’nün tam da çıkacağı hafta Siren’in Bunny Munro için tasarladığı (!) playlist aşağıda:

Loverman (Romanı tümden kapsadığı söylenebilir)

I Had A Dream Joe (Her daim favori kontenjanından)

Your Funeral My Trial (Cuk oturması dolayısıyla)

No Pussy Blues (Grinderman eseri – Grafikerimizin katkılarıyla)

Stranger Than Kindness (Kasvet dolayısıyla)

Dead Man In My Bed (Bir nevi Bunny Munro güzellemesi olarak da dinlenebilir)

Jesus Of The Moon (Her daim favori kontenjanından torpilli; ve bir de otel odaları, otel odaları…)

Lay Me Low (Başka söze gerek yok)

Sad Waters (Hüzün kontenjanını unutmamalı)

Stagger Lee (Eh, gerilim eksik kalmasın)

We Call Upon The Author (Yazarı kürsüye çağırıyoruz!)

Bu arada romanda Kylie Minogue’un Spinning Around parçasıyla Queen klasiği Bohemian Rhapsody’nin de önemli bir yer işgal ettiğini söylemeli.

Bunny Munro’nun da yad ettiği büyük ozan W.H. Auden ile tamlayalım playlisti: “Ya Birbirimizi Seveceğiz Ya Da Öleceğiz."