
25 Haziran 2009 Perşembe

Christopher McCandless, 23 yaşında banka hesabındaki 25,000 doları bir hayır kurumuna bağışladı, arabasını çölün ortasında bırakıp sahip olduğu şeylerin çoğundan kurtuldu ve cüzdanındaki tüm parayı yakarak yola koyuldu. Alaska’ya gitti ve doğada tek başına olmanın türlü zorlukları karşısında yılmadan, kendinden başka kimseye tabi olmayacağı alternatif bir yaşam arayışına çıktı.
Paradan, kariyerden, ailevi sorumluluklardan, toplumsal yükümlülüklerden uzakta kendi yaşamını kendi kurmayı seçmişti.
Dört ay sonra, çürümeye yüz tutmuş cansız bedeni bir geyik avcısı tarafından bulunacaktı.
Yabana Doğru toplum tarafından onaylanmış bir hayat idealini yansıtan tüm ölçütleri bir kenara bırakarak doğada yaşamaya giden Chris McCandless’ın gerçek yaşam öyküsü. Sean Penn tarafından Eddie Vedder’ın unutulmaz müzikleri eşliğinde sinemaya da uyarlanan Yabana Doğru, insanın arayışlarını, toplumun tuzaklarını, bireyin çıkmazlarını ve yaşadığımız hayatları bizlere sorgulatacak, akıllardan kolay kolay silinmeyecek gerçek bir öykü.
20 Haziran 2009 Cumartesi
Pamuk Prenses - Donald Barthelme
"Esmer, uzun boylu, güzel bir kadın o.
Çok sayıda beni var: biri göğüslerinin üstünde, biri göbeğinin üstünde, biri dizinin üstünde, biri ayak bileğinin üstünde, biri kalçasının üstünde, biri ensesinde.
Hepsi sol tarafta, yukarıdan aşağıya neredeyse tek sıra halinde:
•
•
•
•
•
•
Saçları abanoz gibi siyah, teni kar gibi beyaz."
Bütün Dünya Batılı Olduğunda, Güneş Nereden Doğacak?

Jess Walter'ın Sıfır'ı bildiğimiz dünya düzeni ve bireyin buradaki konumuna yönelik eleştirilerle yüklü, karanlık ve düşündürücü bir roman. Maksadından uzaklaşmış bir sistem ile bu sistemin dişlileri arasına sıkışan ve olan biteni anlamaya çalışan bir adamın öyküsünü anlatan Sıfır, günümüz toplumunda bireyin çıkmazlarını psikolojik bir boyut da ekleyerek konu ediyor. 11 Eylül saldırısının ardından gelişen bir olaylar örgüsü üzerinden hareket eden romanın; yer ve zaman belirtmemesine rağmen eleştiri oklarını belli hedeflere kesinlikle yöneltmesi de ilgi çekici.
"Savaş imkansız ama yine de vuku buluyor. Ne var ki, vuku buluyor olması onun imkansızlığını ortadan kaldırmıyor. Yaşanılan şu sistem de saçma, ama yine de işliyor. Ne var ki, işliyor olması onun saçmalığını ortadan kaldırmıyor. Tıpkı gerçeğin varolmasının, gerçekdışının azalmasına yol açmaması gibi."
"Dünya Ticaret Merkezi'ne yönelen saldırı hazırlığının 25 milyon dolar tuttuğu tahmin ediliyor. İleride çekilecek ve aynı konuyu ele alan film için, 250 milyon dolarlık tahmini bir bütçe yapılmış. Kurgu, gerçeklikten çok daha pahalıya mal oluyor." (Jean Baudrillard - Cool Anılar 5. Ayrıntı Yayınları; çeviren: Ayşegül Sönmezay)
Düşünecek çok şeyimiz var. Televizyonları kapatmayı unutmayalım.17 Nisan 2009 Cuma

Sıfır: 1. Ondalık sayı sisteminde, kendisinin hiçbir değeri olmadığı halde solundaki sayıyı on defa büyüten sayının adı ve işareti. 2. Hiçbir değer ifade etmeyen şey.
Sıfır, kendi hayatını yaşamayı kabullenemeyen bir adamın öyküsü. Bildiğimiz dünyanın sonu. Tüm korkuların ve umutların toplamı. Çarkların arasına sıkışanların mottosu. Uykuyu hayata tercih edenlerin, etrafta dönen dolaplara aldırmayanların, bildiklerini hatırlamayı beceremeyenlerin, aldatırken aldananların ve sürekli aldatılanların, ekran karşısında uyuşarak teselli bulanların, çelişkilerle yaşayanların, sorgulamadan olan bitene alışanların hikayesi Sıfır.
Bu, Sizin Hayatınız.
TELEVİZYONUNUZU KAPATMAYI UNUTMAYINIZ!
2 Nisan 2009 Perşembe
WOODY ALLEN ve TÜYSÜZ

Woody Allen çağımızın en verimli ve çarpıcı kültürel figürlerinden biri. Üzerinde yaşadığımız bu topraklarda Woody Allen, öncelikle yönettiği ve rol aldığı filmleri, caz müzisyenliği, entelektüel mizahı ve yine ilk basımları ülkemizde 1980’lerde yapılmış deneme ve öykülerinden oluşan kitapları ile tanınıyor. 1935 doğumlu bu müzmin New York’lunun son kitabı 2007 tarihli Sırf Anarşi, geçtiğimiz yıl Sıla Okur’un çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı. Son filmi Vicky, Cristina, Barcelona, Cannes Film Festivali’nin açılışında gösterildi ve büyük beğeni topladı. Mart ayında ise, Türkiye’de ilk baskısını 1989 yılında yapmış ve yıllardır satışta olmayan kült kitabı Tüysüz, Garo Kargıcı’nın özenli çevirisiyle piyasada olacak.
Tüysüz’ün klasik ve kültleşmiş bir Woody Allen kitabı olduğu tartışma götürmez. Empresyonistler Dişçi Olsaydı’dan Kısa ve Faydalı Bir Sivil İtaatsizlik Rehberi’ne, Allen’ın Not Defterlerinden Seçmeler’den Mensa Orospusu’na uzanan bu denemelerin her biri, sanatçının simgesi haline gelmiş olan zeki, nevrotik, alaycı mizahın aynası. Günümüz popüler kültür ikonlarından Jerry Seinfeld’den efsane yazar Philip Roth’a uzanan bir yelpazede kültürel üretimi etkilemiş olan bu çok yönlü sanatçının en keyifli metinlerini bir araya getiren Tüysüz’ün ülkemizde ilk defa Tanrı oyununu da kapsayan orijinal haliyle yayınlanacağını da belirtmeden geçmemeli.
İşte Tüysüz’den tadımlık alıntılar:
“Göze görünmeyen bir alemin varlığı tartışılmaz bir gerçektir. Asıl sorun oranın şehir merkezine olan uzaklığı ve kaça kadar açık olduğudur. Açıklanamayan olaylar daima vuku bulmaktadır. Biri hayaletler görür. Bir diğeri sesler duyar. Bir üçüncüsü ise uyandığında kendini at yarışlarında koşarken bulur. Kim evde yalnız başınayken ensesine buz gibi bir elin dokunduğunu hissetmemiştir ki? (Tanrıya şükürler olsun ki bana olmadı, ama bazı insanlara oluyor.) Bu deneyimlerin arkasında yatan nedir? Hatta önünde? Bazı insanların geleceği önceden gördüğü ya da hayaletlerle iletişime geçtiği doğru mu? Ve öldükten sonra hâlâ duş alabilmek mümkün mü?
… Şüpheci Sir Hugh Swiggles bulunduğu ilginç bir ruh çağırma seansını şöyle nakleder: “Ünlü medyum Madam Reynaud’un evine gittik. Masanın etrafına oturup el ele tutuşmamız söylendi. Bay Weeks kendini tutamayıp kıkırdayınca Madam Reynaud ruh çağırma tahtasını kafasına indirdi. Işıklar söndürüldü ve Madam Reynaud, Bayan Marple’ın operadayken sakalları tutuşup ölen kocasıyla temasa geçmeye çalıştı.
Aralarında aynen şu konuşmalar geçti:
BAYAN MARPLE: Ne görüyorsun?
MEDYUM: Mavi gözlü ve kafasına fırıldaklı şapka geçirmiş bir adam görüyorum.
BAYAN MARPLE: Kocam
MEDYUM: Adı… Robert. Yo… Richard…
BAYAN MARPLE: Quincy.
MEDYUM: Hah, evet! Quincy.
BAYAN MARPLE: Başka ne görüyorsun?
MEDYUM: Kafasında hiç saç yok ama kimse kel olduğunu fark etmesin diye başını genellikle yapraklarla örtüyor.
BAYAN MARPLE: Evet! Aynen öyle!
MEDYUM: Nedense elinde bir cisim var… Domuz filetosu.
BAYAN MARPLE: Evlilik yıldönümünde ona aldığım hediye bu! Konuşturabilir misiniz onu?
MEDYUM: Konuş, ruh. Konuş.
QUINCY: Claire, ben Quincy.
BAYAN MARPLE: Ay! Quincy! Quincy!QUINCY: Izgarada tavuk pişirmek istersen kaç dakika kızartırsın?
BAYAN MARPLE: Bu ses! Bu, O!
MEDYUM: Herkes yoğunlaşmaya çalışsın.
BAYAN MARPLE: Quincy, sana iyi davranıyorlar mı?
QUINCY: Fena sayılmaz, yalnız giysilerin kuru temizleyiciden gelmesi dört gün sürüyor.
BAYAN MARPLE
E: Quincy, beni özlüyor musun?QUINCY: Ha? Ah, tabii. Tabii ki, yavrum. Gitmem lazım…
MEDYUM: Onu kaybediyorum. Gidiyor…
Bu seansın sahtekarlığa karşı en katı testlerden bile başarıyla geçtiğini düşünüyorum, küçük bir ayrıntı dışında: Madam Reynaud’un elbisesinin altından çıkan fonograf.
Şüphesiz, seanslarda gerçekleşmiş bazı olaylar gerçektir. Sybil Seretsky’lerdeki meşhur vakayı kim hatırlamaz ki? Akvaryumundaki kırmızı balık, o günlerde kaybettiği yeğeninin çok sevdiği “I Got Rhythm” şarkısını söylemişti. Fakat ölülerin çoğu konuşma hususunda isteksiz olduklarından ve kem küm ederek ancak sadede gelebildiklerinden, onlarla bağlantıya geçmek müthiş zordur. Yazar havalanan bir masaya bilfiil şahit olmuştur. Harvard’dan Dr. Joshua Fleagle’ın katıldığı bir seansta ise masa yerden yükselmekle kalmayıp üst kata çıkıp uyumak için izin istemiştir.” (Psişik Olayların İncelenmesi)
“Sevmek mi yoksa sevilmek mi daha iyidir? Eğer kolesterolünüz altı yüzün üzerindeyse hiçbiri. Sevmek derken, kastettiğim tabii ki romantik aşk—erkek ile kadın arasındaki aşk yani; anne ve çocuğunun, çocuk ve köpeğinin ya da iki şef garsonun arasındaki değil… Sevilmek, kesinlikle beğenilmekten farklıdır çünkü biri uzaktan beğenilebilir ama gerçekten sevebilmek için o kişiyle aynı odada bulunmak ve çoğu zaman perdelerin arkasında çömeliyor olmak elzemdir.
“Sevinci aşkın bir dakika topu topu,” diye söylemiş ozan, “oysa aşk acısı geçmez ömür boyu.” (İlk Denemeler)
2 Mart 2009 Pazartesi
İlişkiler ve Havanın Halleri

Atmosferik Rahatsızlıklar, günün birinde karısının karısı değil de onun tıpatıp bir benzeri olduğundan yola çıkan bir komplo teorisine kapılan bir psikiyatrı konu alıyor. Gerçek karısının peşine düşen Dr. Leo, bir yandan da hastası Harvey gibi hava olaylarını yönlendirerek karanlık işler çeviren bir gruba karşı mücadele etmeye başlar ve şizofreninin sınırlarından Arjantin ovalarına değin uzanacak bir yola koyulur.
Hava durumu gibi belirleyici ve kontrol dışı bir olayı merkezine alan roman, özellikle rutinleşmiş ikili ilişkilere dair yürek burkucu unsurların altını çiziyor. Birini seviyor olmak onu gerçekten tanımayı, birine bağlı olmak onun elini kolunu bağlamayı beraberinde getirir mi gerçekten? İnsanlar değiştiğinde ilişkiler de değişmeli midir? Yakınlık kurulan, kişinin kendisi midir peki, yoksa o kişinin kim olduğuna dair bir fikir mi sadece? Ve aradan seneler geçtiğinde yatakta yanınızda uzanan, mutfakta tıkırtılar içinde yemek yapan, karşınızda gazete okuyan kişinin gerçekten kim olduğunu kim bilebilir?
Hayatın belirsizliği karşısında verilmiş o büyük sözler nasıl ayakta kalabilir?
“Belirsizlik ilkesi sadece fiziğin yetki alanı içinde değildir, o bütün eylemlerimizin tam ortasında, “gerçekliğin” tam ortasında yer alır. Bu sabit olmayan durum, bu sapma, bu genelleştirilmiş belirsizlik, bütün olguları, olayları yorumlarıyla birlikte meteorolojik olarak adlandıracağımız bir evreye götürüyor. Bu meteorolojik evre, doğadaki olayların, rüzgarların ve hava sıcaklığının doğal tahmin edilemezliğiyle ilgili olmayıp, kökeninde matematiğin ve enformasyonun mükemmelliğinin yattığı ikincil bir bulanıklık evresidir. Televizyondaki hava durumu programlarına bir bakalım. Sunucular bunu bir televizyon oyununa çevirmişlerdir. Bilimsel oyalama görevi gören uydu verilerine dayanılarak, sunucular ideal oyun arıyorlar: Olaylara fazla ters düşmeyen halkı memnun edici bir şey yani… Bu şekilde, hava durumu haberi tamamıyla pencereden gördüğünüz havayla ters düşüyor, ama simulasyon olarak bu enformasyon gerçektir, çünkü örnek bir senaryonun çeşitli verilerine dayanılarak belli bir sıraya göre verilmiştir… Bundan hava durumu bilgilerinin doğruluk derecesinin, bütünü içinde değerlendirildiğinde, normal bir önsezinin doğruluk derecesinden daha düşük olduğu ve bizim her gün gökyüzünün şiirsel belirsizliğine, meteorolojik söylemin keyfi belirsizliğini eklememiz gerektiği sonucu çıkıyor.”
(Tam Ekran; Jean Baudrillard. Yapı Kredi Yayınları, 2002. Çeviren – Bahadır Gülmez)
2 Şubat 2009 Pazartesi
ATMOSFERİK RAHATSIZLIKLAR

Psikiyatrlık yapan Dr. Leo Lieberstein’ın dünyası, beklenmedik bir anda temelinden sarsılır.
Bir şeyler değişmiş, tanıdığı insanlar yabancılaşmış ve yaşadığı hayat ona ait olmaktan çıkmıştır sanki. Eski bir hastasının sanrıları, dört bir yanını saran aldatmacalar ve karısının gizemli davranışlarından hareketle çıktığı gerçeklik arayışı, zihninin karmaşık coğrafyalarını keşfetmesini sağlayacaktır.
Rivka Galchen’in büyük ses getiren romanı Atmosferik Rahatsızlıklar, insan zihninin sınırsız yaratıcılığını, terapinin farklı açılımlarını ve gündelik hayatı delilikten ayıran o ince çizgiyi yoğun bir ironi ve çarpıcı bir anlatım eşliğinde inceliyor. The New York Times ve amazon.com’un “Yılın En İyileri” seçkilerine de giren Atmosferik Rahatsızlıklar; ilişkilere, yalnızlığa ve bizlerin hayatlarına dair söyleyecek çok sözü olan, pervasız ve sıradışı bir roman.