7 Şubat 2017 Salı

Hakikat ve Hayal Oyunları II



“Evet, bunu aynen böyle yaz.”[i]

Hakikat, bu yıl, edebiyat alanında verilen en büyük ödüllerden biri olan Nobel bağlamında onurlandırıldı: Belarus asıllı gazeteci Svetlana Aleksiyeviç, sözlü tarih alanında yaptığı çalışmalar ve derlediği tanıklıklardan oluşan metinleriyle ödüle layık görüldü. Aleksiyeviç, ödülü alırken yaptığı konuşmada edebiyatla değil, belgelemeyle uğraştığını söyleyecek ve bugün, bu çağda gerçekle kurgu arasında bir hudut kalmadığını, birinin diğerine aktığını belirtecekti. On dokuzuncu yüzyılda yaşamış olsaydı kesinlikle roman yazacağını söyleyen Aleksiyeviç, bugünün dünyasında kurmacanın, yaşamın gerçekleri karşısında yetersiz kaldığını iddia ediyordu. SSCB ve SSCB sonrası yaşamın sancılı panoramasını derlemek üzere çalışan yazar, Çernobil ve benzeri felaketler sonrasında insan tecrübesinin tahayyülün ötesine geçmiş olduğunun altını çiziyor ve bu çerçevede ancak parçalı hakikatlerin, kişisel gerçeklerin geçerliliği olduğunu söylüyordu. Aleksiyeviç, “Burada yaratıcılığa yer yok. Gerçeği olduğu gibi aktarma, ‘edebiyat üstü’ olma zorunluluğu var. (...) Nietzsche’nin sözleri geliyor akla: Hiçbir ressam, gerçeğe yaklaşamaz. Onu yerden kaldıramaz,”[ii] diyordu.
Oysa Aleksiyeviç, haber bültenlerinde birkaç dakikalık yer bulan, ekranlarda patlayan “Son Dakika” ibarelerinin gerisindeki büyük felaketlerin gölgesinde yatan hikayelere kulak vermiş ve gerçekleri, zaman içinde silinip gitmeden evvel tüm ağırlığı, tüm çelişkileri ve tüm sertliğiyle kendi tuvaline resmetmeyi başarmıştı.

***

 “Gençken, diye konuştu, romanı sevdiğim kadar başka hiçbir şeyi sevmiyordum.”[iii]  

Batı’da bilhassa son yıllarda rağbet gören bir sağaltma tekniği mevcut: Bibliyoterapi.[iv] Dünyanın gerçeklerinden bunalanlar, içe dönseler bile sığacak yer bulamayanlar ve türlü kahır çekerek yardım arayanlar için şifa umudunun, uzmanlar tarafından ilaç reçetesi misali yazılan romanlarda yattığını söylüyor bu işin erbapları. Aşk acısı mı çekiyorsunuz? Yalnız ve dışlanmış mı hissediyorsunuz? Yoksa gelecek, sizi ürkütüyor mu? Uzmanlar, belli bir ücret karşılığında, hangi romanları okumanın dertlerinize deva olacağını, hangi metinlerle avunabileceğinizi söylemek için hazır ve nazır beklemekte... Siz derdinizi söylüyorsunuz, onlar da size hangi romanda şifa bulacağınızı bildiriyor. Psikiyatrist gibi düşünün; fakat bu terapi seansından elinizde antidepresanlar içeren bir reçeteyle değil bir kitap listesiyle çıkıyorsunuz. Geleneksel ilaçlara kıyasla yan etkiler açısından da daha sağlam olsa gerek: Dünyanın hakikatlerinden bunalanlar için kurmaca çözümleri. İnsanın, ister istemez, bu furyanın faydacılığı karşısında, tüyleri ürperiyor – ki eminim, faydacılığın aleniliğinden rahatsız olanlar için de bir reçete, bir Ayn Rand romanı falan yazılıyordur illa ki. Madalyonun bir de ters tarafı var tabii: Romanlarla şifa bulmak mümkünse tam tersi, onlar sayesinde yıkılmak da mümkün olabilir – örneğin bugün, edebiyat klasikleri arasında yer alan Genç Werther’in Acıları, zamanında okurlarını intihara sürüklemiş olmasıyla tarihe geçmiş, kurmacanın gücünü ortaya koymuş bir eserdir. 

Kurmaca yazarının inanılır öyküler anlatmak için hakikatten beslenmesi gerektiğini savunanlar hep vardı, her zaman da olacak: Tarih boyunca pek çok yazar, masa başına geçmeden önce bir geminin güvertesinden meçhul ufuklara ya da bir savaş alanında karşısındaki düşmana bakmış, kalemini hakikatlerle bilemiştir. Goethe de kendi korunaklı yaşamında acı hakikatlerden nasibini almış, genç yaşında şiddetli hayal kırıklıkları yaşamış, sevdiğini sandığı iki ayrı kadının da başkalarıyla evlendiği haberini alarak yıkılmıştır. Mektup formunda kaleme aldığı Genç Werther’in Acıları’nda duygusal buhranını sayfalara dökerek bir başkasıyla beraber olan bir kadına aşık bir gencin duygusal iniş çıkışları ile nihayetinde intiharını konu eder. 1774 yılında, henüz 25 yaşında genç bir adamken üç ay gibi bir sürede tamamladığı romanı Genç Werther’in Acıları’nı Leipzig Kitap Fuarı’nda görücüye çıkarırken dünya üzerinde koparacağı fırtınadan bihaberdir. Bir önceki eseri Götz von Berlichingen ile dikkatleri üzerine çekmiştir çekmesine ama Werther ile dünyayı sarsacağını, on sekizinci yüzyılın ilk çoksatarlarından birine imza atmakla kalmayıp eserinin yıkıcı bir fenomene dönüşmesine şahit olacağını haliyle bilemez.

Eleştirmenler, sonraları, Goethe’nin bu romanı yazarak kendini sağalttığını ve intihar eğiliminden böylelikle kurtulduğunu iddia etse de yayımlanır yayımlanmaz pek çok baskı yapan ve başka dillere aktarılan Genç Werther’in Acıları, sonradan Werther Etkisi[v] olarak anılacak biçimde pek çok gencin canına kıymasına yol açar. Gençler arasında artan intiharları mutlak biçimde kitaba bağlamak mümkün değildir ama 1778’de, cebinde kitabın bir nüshasıyla nehre atlayarak intihar eden Christel von Lassberg adlı genç kadın gibileri, şüpheye mahal bırakmamayı seçer. Kitabın etkisi o denli derindir ki içinde betimlenen kıyafetler ve giyim tarzı bile çığır açmıştır. Nihayetinde, sakıncalı bir etkisi olduğu düşünülerek, kitap -ve hatta sayesinde moda olan kıyafetler- kimi yerlerde yasaklanır. 

Goethe’nin kendi hakikati ile bilenen -ve belki de onu iyi eden- kurmaca, o dönem kalp acısı çekenlerin yaşamlarına son vermek için beklediği işaret fişeği olmuş, bugün klasiklerin arasında anılan bu eser, zamanında hakiki bir yıkım etkisi yaratmıştır.

Bugün, kitabın kapağını kapayıp ölüme koşmuş canları değil de bu metni anıyor ve okuyorsak eğer, hakikatin değil kurmacanın kerametinden olsa gerek.


[i] Aleksiyeviç, Svetlana. Voices from Chernobyl. (Picador, ABD edisyonu.)
[ii] Aleksiyeviç, Svetlana. “Kaybedilmiş Bir Savaş Üzerine.” Çeviren: Nigar Hacızade. BeşHarfliler. 8 Aralık 2015.
[iii] Goethe, Johann Wolfgang von. Genç Werther’in Acıları. Çeviren: Yüksel Pazarkaya.
[iv] Eski Yunan’da kütüphanelere “Ruhun Şifa Bulduğu Yer” yazılı tabelalar asıldığı söyleniyor, fakat bu terim ilk kez 1920 yılında, Christopher Morley’nin The Haunted Bookshop adlı metninde kullanılmış. (Anderson, Hephzibah. “Bibliotherapy: Can You Read Yourself Happy?” BBC, 6 Ocak 2015.)
[v] Werther Etkisi, 1974 yılında, David Philipps tarafından sosyoloji jargonuna dahil edilmiş ve bilhassa basında fazlaca yer bulan vakaların ardından intiharlarda gözlemlenen artışı betimlemek üzere kullanılmıştır. Bu sav uyarınca keramet, yazarın kaleminin kuvvetinde değil, kitabın fazlaca yaygınlaşmasında, dolayısıyla intihar bahsinin kitap sayesinde moda olan kıyafetler gibi çığır açmasındadır.
-->


(Görsel, Yan Lei'ye ait bir iş: Fact or Fiction sergisinden Landing, New York II Diptych.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder