Sıcak bir yaz, bulutların ağırlığı altında şehirde yaşam, öyle ya da böyle, oluveriyor işte sevgili okuyucu... Olimpiyatları izliyor ve spor öykülerini düşünüyorum - dram her yerde, mücadeleler, hayal kırıklıkları, zaferler, küllerden gerçekleşen yeniden doğumlar... Olimpiyat ruhuna dair pek çok şey tartışılıyor; sponsorların rolü vs. eleştiriliyor. (David Hockney, Danny Boyle'un yönettiği açılış törenini eleştirirken Ai Weiwei töreni pek beğenmiş mesela.) 1952'ye değin edebiyatın da -tıpkı mimari, müzik, resim ve heykel gibi- olimpiyatlarda bir yarış kategorisi olduğunu biliyor muydunuz? 20.000 kelimeyi geçmeyen metinlerin sporla ilgili olmaları şart koşuluyor, kazananlar yine altın madalya ile ödüllendiriliyormuş, ama şimdiki gibi madalyaları ile poz verme geleneği var mıydı, bilemiyorum elbette. Sergilenen kas gücünü kitlelerce izlemenin neredeyse pornografik bir tarafı var ki tuhaf denebilir; şahit olduğumuz, bireyin kas gücünün ötesinde hikayesi, sporcu geçmişi, o günkü performansı vs, çeşitlemeler çokça. Ya edebiyat ve sanat, bu zihniyetin neresine konuşlanabilir?
Sporcu geçmişleriyle tanıdığımız pek çok yazar var: Guguk Kuşu'nun yazarı Ken Kesey güreşçiliğiyle; David Foster Wallace tenis geçmişiyle; Jack Kerouac Amerikan futbolunda parladığı gençlik günleriyle; Nobel ödüllü Samuel Beckett kriket oyunculuğuyla; Haruki Murakami koşmaya methiyeler düzmesi bir yana, profesyonel anlamda olmasa da bu spora düşkünlüğüyle; Woody Allen beyzboldaki becerileriyle; John Fowles rugby oynamasıyla ilk akla gelenler olsa da, edebiyatla iştigal edip sporla haşır neşir olan yegane kimseler değiller. Öykülerin peşine düşmeye görün, her yerden karşınıza çıktıklarını göreceksiniz. Ben, kendi adıma sporcunun halter ile birkaç dakikadan fazla sürmeyen imtihanı sırasında aklımdan geçenleri, unutmaya çalışıyorum.
Haftaya dağınık bir başlangıç yaptık ya, önümüzdeki maçlara bakalım artık. Aşağıda Virginia Woolf, (solda) kriket oynamakta. Kaynak: Flavorwire. Görsel: Banksy.
Geçenlerde izlediğim ve çok beğendiğim Chinese Coffee filmindeki bir karakter Tolstoy'un 80 yaşındayken 1 mil koşabildiğini söylüyordu, doğru mu bilmem. Sporla ilgili öykü deyince aklıma Bolano'nun Buba'sı geliyor. Bu arada Bolano'yu blogunuz sayesinde öğrendim ve 2666 hariç çevrilen kitaplarını okudum. Onu sonraya saklıyorum. Rafta bütün ihtişamıyla bekliyor. Metis bir başka kitabını yayımlamayacakmış, böyle iyi bir yazarın kitaplarına nasıl olur da ilgisiz kalınır anlamak güç...
YanıtlaSil