22 Aralık 2015 Salı

Gri



Çağrılı olmadığım zamanlarda, ara sokaklardan bulvara çıkana kadar yürüye yürüye şehre giderim. Akasyaların altına beyaz çiçekler ya da sarı yapraklar yağar ve onlar düşmediğinde yalnızca rüzgâr düşer. Fabrikada çalıştığım dönemde taş çatlasa yılda iki defa inerdim öğleyin şehre. Bu saatte çalışmayan bunca insan olduğunu hiç bilmezdim. Benden farkları, gezerken de ücret almaları; iş başındayken patlak borular, hastalıklar, cenazelerle ilgili bir şeyler uydurur, gezmeye çıkmadan önce amirlerine ve iş arkadaşlarına kendilerini acındırırlar. Yalnızca bir keresinde dedemin öldüğü yalanını uydurdum ben, çünkü saat tam dokuzda, mağazalar açıldığında bir çift gri, ince topuklu ayakkabı satın almayı kafaya koymuştum. Bir önceki akşam vitrinde görmüştüm ayakkabıları. Yalanı söyledim, şehre indim, onları satın aldım ve yalan gerçeğe dönüştü. Dedem, dört gün sonra, yemek yediği sırada sandalyeden düştü, ölmüştü. Sabah erkenden telgraf gelince üç günlük gri ayakkabılarımı kabarıncaya değin musluğun altına tuttum. Sonra onları giyip büroya gittim ve iki gün işe gelemeyeceğimi, mutfağıma su bastığını söyledim. Ne zaman kötü bir yalan uydursam gerçek olur. Cenazeye gittim. Küçük istasyonları geçtikçe ayakkabılar ayağımda kurudu, ancak on birincisinde trenden indim. Dünya tersine dönmüştü, yalanımdaki cenazeyi bu kasabaya taşımış ve mutfaktaki su baskınından önce mezarlığa gelmiştim. 

Tabutun üzerine düşen toprak parçalarının sesi, gri ayakkabıların kaldırımda çıkardığı sesin aynısıydı.

(Herta Müller, Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım. Çeviren: Mustafa Tüzel. Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım, Radikal'in seçtiği Yılın Kitapları arasında ve oylama halen devam ediyor. Görsel, blog yazarınızın arşivinden, grinin şehri Milano'nun gri sokakları, Brera civarı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder