29 Ekim 2015 Perşembe

Yaşanacak en güzel yer



"Adım Paul O’Rourke. New York şehrinde, Brooklyn’de, Promenade’a bakan iki katlı bir apartman dairesinde yaşıyorum. Diş hekimi ve sertifikalı bir prostodontistim ve haftanın altı günü açık olan kliniğimi perşembeleri daha geç saatte kapatıyorum. New York şehri, dünya üzerinde yaşanacak en güzel yer. En iyi müzeler, tiyatrolar, gece kulüpleri, en müstesna varyete şovları, vodviller ve canlı müzik mekânları burada, dünya mutfağının en seçkin örnekleri de. Şehirdeki şarap stoku yanında Roma İmparatorluğu bile Kansas’ın ıssız kasabalarından biri gibi kalır. Harikaları saymakla bitmez. Gerçi geçinebilmek için kıçından ter akıtırken kimin harikalara ayıracak vakti var ki şehirde? Ter akıtılmayan zamanlarda da kimin enerjisi var? On iki yıl önce, gururlu bir göçmen olarak Maine’den gelip şehre adım attığımdan beri on kadar sanat filmine, iki Broadway gösterisine, Empire State Binası’na ve davul sololar sırasında uyumamak için harcadığım olağanüstü çaba yüzünden bende özel bir yeri olan bir caz konserine gittim. Metropolitan Müzesi’ne, ofisimden birkaç blok ötedeki bu insan emeği deposuna tam olarak sıfır kez gittim. Boş zamanımın çoğunu, emlak ofisi vitrinlerinin önünde, fiyat araştırması yapan diğer hayalcilerle birlikte listelere bakarak her geceki şehirden kaçış saatlerimi güzelleştirecek daha aydınlık manzaraları ve daha büyük odaları düşleye düşleye geçirdim.

Connie’yle çıkarken haftada üç-dört kez dışarıda güzel yemekler yerdik. New York’ta restoranda yediğiniz güzel bir yemek, çokça Michelin yıldızı kazanmış, çocukluğunu Rhone Vadisi’nde geçirmiş, kendi televizyon programı olan ünlü bir şef tarafından hazırlanmış olabilir. Ünlü şef mutfakta değildir büyük olasılıkla, çünkü mutfaklarda yalnızca farklı ülkelerden Hispanik kökenli-
ler çalışır genelde. Yine de menülerde pazardan seçilerek alınmış ya da denizaşırı yerlerden bir gecede ekspres kargoyla getirtilmiş en taze mevsim ürünleri olurdu. Yemek salonları ya çarpıcı ışık-
landırmalarla şık ve samimiydi ya da seçkin müşterilerle dolu, gürültülü. İki türlüsünde de yer bulmak imkânsızdı. Bu yerlerde yemeyi şevkimizi yitirmeyerek, telefonda direterek, birilerinden ricacı olarak, rüşvet verip yalan söyleyerek başarırdık. Bir keresinde rezervasyon alan adama mide kanserinden ölmek üzere olduğunu ve dışarıda yiyeceği son yemek için o restoranı seçtiğini söylemişti Connie. İstediğimiz masaya her oturuşumuzda heyecanlı ama bitkin hisseder, aperatif fiyatları noktayla biten bütün menüleri inceler, seçilecek şeyleri seçer, tavsiye edilen şarapları içerdik. Sonra hesabı ödeyip eve gider, sarhoş ve bıkkın hisseder, sabah olunca da acaba bir dahaki sefere nerede yesek diye düşünmeye başlardık."

(...)

(Makul Bir Saatte Yeniden Uyansam, Joshua Ferris. Çeviren: Begüm Kovulmaz.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder