2 Ekim 2014 Perşembe

Güvende


“Doğan her şey ölmek zorundaydı ki bu da hayatlarımızın gökdelenlere benzediği anlamına geliyordu. Duman farklı hızlarda yayılıyordu ve bizler içlerinde sıkışıp kalmıştık.”*

(...)

Foer, Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın’da temel olarak iletişimsizliği konu ediyor. Ve iletişimsizlikten yola çıkan bu romanda, fotoğraflar, dizgi oyunları, boşluklar ve üst üste geçmiş metinler yardımıyla, alışılmış düzyazı formuna kimi yerlerde aykırı bir sembolizm kurarak, içinde yaşadığımız dünyanın dehşetini ve güzelliğini paylaşmakta ne denli beceriksiz olduğumuz gerçeğini gözler önüne seriyor. Romanı roman formu dışında, Oskar’ın “Başıma Gelen Şeyler” defteri benzeri bir mantıkla neredeyse bir insanlık tecrübesi kaydı olarak tasarlayan yazar, söylenmemiş sözleri, satır aralarını ve anlaşmazlıkları; dizgi oyunları, görseller ve boş sayfalar üzerinden anlatıya ait temel parçalar haline getirmeyi başarmış. Kimi zaman sözün yetersiz kaldığı, yaşamın ağırlığının tüm gücüyle insanı ezdiği ve büyük katliamlar ya da kayıplar atlatanların suçluluklarından asla kurtulamadığı bir dünyada, Foer, bir küçük çocuğun merak ve çaresizlikle dolu yaşam duruşu ve sıradışı anlatım teknikleri yardımıyla ince ince, dantel gibi işlenmiş bir insanlık tecrübesini anlatısını oturttuğu ana zemine dönüştürüyor.
 
İletişimsizlik, olan bitene şahit olmakla yükümlü olduğumuz dünyada belki de insana verilmiş cezaların en büyüğü. Roman, Oskar’ınkiyle paralel olarak anlatılan Dresden Bombardımanı’ndan kurtulmuş yaşlı çiftin öyküsüyle de bu temanın altını şiddetle çiziyor. Bombardımandan kurtulduktan sonra konuşmayı bırakıp sadece yazı yazarak iletişim kuran adam ile ona adeta bir akrabalık bağıyla tutunan kadın, içinde bir türlü var olamadıkları ortak hayatlarında, yaşam alanlarını yavaş yavaş “hiçbir şey” yerlerine dönüştürüyorlar. Eski yaraların yerine yenilerini ekleyerek yaşamla uzlaşmaktansa, hayatta kalmış olmalarını reddedercesine kendi sessizliklerine ve boşluklarına gömülüyorlar. Suskun adam her gece üzerinde uyudukları çarşafları yazılarla doldururken; kadın, aylarca oturup yaşam öyküsünü yazdığı kâğıtları adamın önüne koyuyor: bomboş olarak.

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın’da ses teması da oldukça önemli. Ses, birebir yaşamın içinden yükseliyor ve söylenmemiş sözler, yaşam akışına zıt çıkmazlara vesile oluyor. Bir yanda konuşmamayı ve çevresiyle iletişimini bir yerlere karaladığı cümlelere ve avuçlarına yaptırdığı “evet” “hayır” dövmelerine indirgemeyi seçen yaşlı adam, diğer yanda Oskar’ın Black soyadlı kişileri tararken tanıştığı ve duyma cihazının düğmelerini yıllar önce kapatarak etrafındaki seslere duyarsız yaşamayı seçen, yüz yaşını devirmiş adam… Bu iki karakter de, yaşama sesle dahil olmayı ya da yaşamın sesini duymayı reddettikleri çözümsüz noktalarda, akıp giden hayata karşı kapattıkları kapıları roman akışı içinde farklı biçimlerde aralamaya teşebbüs ediyorlar. Kimi yerlerinde satırların üst üste bindiği, anlatılan kadar anlatılamayanın da anlatının bir parçası haline geldiği bu romanda, Foer’in duruşu umuttan ve insancıl olandan yana.

Sözün bittiği yerde, üst üste binen satırlar, boş sayfalar ve akıllardan ne yapılırsa yapılsın silinemeyecek resimler öyküyü destekliyor ve söylenebilenlerin yoğunluk derecesini artırıyor. Oskar’ın babası olduğunu hayal ettiği, alevler içindeki İkiz Kuleler’den atlayan, gökten düşen adam resimleri gibi. Durmaksızın icatlar yapan Oskar, kuşyeminden bir gömlek icat ediyor mesela, yanan bir gökdelenin içinde hapis kalarak hayatından kaybolan babasını hayallerinde kurtarabilsin diye. O zaman, işte o zaman, sözün bittiği, tüm çözümlerin tükendiği bir yerlerde, yanan bir binadan atlayıp yere çakılmaktansa göklere yükselmek mümkün olabilirdi... Ya da düşüşü belgeleyen fotoğraf karelerinin sırasını sondan başa doğru dizerek… İşte o zaman, Oskar’ın da dediği gibi, “Güvende olurduk.”

Foer’in becerisi, Hiroshima’dan Dresden’e ve 11 Eylül saldırılarına dek uzanan bu geniş açılımlı romanda insancıllığı ön planda tutarak yaşamın dehşetini ve güzelliğini bir arada ve iç içe geçmiş şekilde yansıtabilmesi. Konu aldığı insanların hayatlarındaki teğetlerin, çıldırtıcı tesadüflerin ve kan bağı ile kurgulanmamış akrabalıkların ötesinde, Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın yaşama sevinciyle dolup taşan bir roman. Birdenbire havalanıp, Oskar’ın tabiriyle aşırı gürültülü bir şekilde ve inanılmaz yakından geçerek doludizgin kanat çırpan bir kuş sürüsü misali, yaşamın insanı alıp önüne katan, tüm yaraların ötesinde kendi döngüsü içerisinde kanatlanmaya zorlayan ışığı, formlara meydan okuyan bu anlatıda sayfalardan dışarı taşıyor. Ve aydınlattığı yerde insanlık tarihi boyunca tanık olunmuş büyük kötülükler, derin acılar ve onulmaz yalnızlıklar; masallar, hayaller ve icatlarla buluşarak, hiçbir şeyin siyah ve beyazdan ibaret olmadığını, tüm karanlıklara rağmen yaşamın ise gölge oyunlarında ne denli becerikli olabileceğini gösteriyor.  

(Yazının tamamı, Varlık dergisinin 2008, Aralık sayısında yayımlanmıştır. Bir nevi zaman kapsülü niyetine.) 

2 yorum:

  1. "Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın" yeni bin yılda başımıza gelen en iyi sanat olaylarından birisi. Yazı sanatında sadece yazıyla iletişim kurmaya başlayan bir karakter yaratmak basit ve dahice bir fikir. Oskar'ın kendine özgü düşünceleri de çok hoşuma gitmişti. Hastasıyız.

    YanıtlaSil
  2. Yayınlandıktan birkaç yıl sonra okuyabildiğim kitap, hem yayıneviyle hem yeni Amerikan yazarlarıyla tanışma fırsatı verdiği için bendeki yeri hala özel.

    YanıtlaSil