Sözün başlangıcından bu yana, dünya hikayeler ekseninde dönmüştür. Mitoloji, toplumların kendi hikayelerini salt anlatmaya duyduğu ihtiyacı değil, bunlara inanma ve dünyayı bunlara göre tanzim etme arzusunu da ortaya koyar. Nihayetinde tarih de, din de, edebiyat da, hep mitolojiden beslenir ve çoğu zaman, mite dönüşür.
Timsah Park, kahramanı Ava'nın ilk bölümlerde belirttiği üzere, bir ailenin çöküşünü anlatan bir roman. Sadece ailenin değil, mitolojinin de çöküşünü... Zira, herkesin kendi cennetini yaratmaya çalışıp sıklıkla kendini cehennemde bulduğu bir dünyada, başka türlüsü olası değil. Birileri ölür, birileri yaşlanır, birileri kendi zihinlerinin karanlıklarına gömülürken gerçekleşen mücadeleye hayat deniyor aslen; hiçbir şey yoktan var olmuyor, varken tam anlamıyla yok olmuyor; ama değişim esas, dönüşüm her daim yürürlükte. Bir yerlerde bir timsah kımıldanıyor, sazlar eğiliyor, yıldızlar ışıyor ve gören gözler, illa ki yanılıyor. Mitler, ezberlense de, aynı kalmıyor. Timsahları alt edebilenler, basit gibi görünen trajedilerin altından kalkmakta, kendilerini toparlamakta zorlanıyor.
Ve rengarenk bilyeler, timsahların midelerinde, hazıma yardımcı topaklara dönüşüyor.
Timsah Park, bir ailenin, bir coğrafyanın, bir dünyanın değişiminin romanı. Bir timsah pençesi kadar yaralayıcı, bir rüya kadar gerçek, hayat kadar sürprizli.
Mitleri elden geçirme vaktidir belki. Yahut perspektifi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder