29 Haziran 2012 Cuma

İyisi


Kısa bir aranın ardından yine buradayım sevgili okuyucu, ya sen neredesin? Bu blog uzun zamandır haftanın beş günü güncellenir, biliyorsunuz. Arada kısa kafa tatilleri ihtiyacı duymadığım sürece her gün bir şeyler paylaşırım ya geçen hafta bileğimi mouse sayesinde sakatlamayı becerdiğimden bir küçük ara verdim yazılara. (Masum masum masada durduğuna bakmayın, mouse'a kanmayın.) Arayan, soran, yoklayan herkese teşekkürler. Bugün günlerden cuma olduğundan artık içimi sıkmaya başlayan sinema ve edebiyat haberleri yerine Woody Allen'ın Japonya'nın Seibu mağazaları için çektiği akla zarar reklamlara yer vermek arzusundayım. Woody çok yönlü bir kişilik; yönetmenliği, müzisyenliği, yazarlığı, aktörlüğü, komedyenliği ile bir nevi on parmağında on marifet insanı, yüksekten uçma iddiası olduğunu sanmıyorum, kendisinin hiperaktif gidişatını takdir ediyorum. Woody, yalnızca Japonya'da gösterilen tuhaf reklamlarda karşımıza çıkmakla kalmıyor, bir bakıyoruz 1960'larda Smirnoff'un yüzü oluyor (yukarıdaki resim - slogan: Kabuğundan çık!) hop, bir bakıyoruz Casino Royale filminde kurşuna dizilecekken paçayı kurtarıyor. Casino Royale enstantanesinin Eğrisi Doğrusu'nda yer alan 'Viva Vargas!' metnini çağrıştırmadığını söylemek yalan olur; ama mevzu bahis Woody Allen olunca, yüksekten uçmak gibi yavan bir klişeye mahal yok - çalışkan, üretken bir beyinle karşı karşıyayız, bunlar normal. Her neyse, ben sözümü bağlayıp bu haftalık huzurlarınızdan ayrılırken sizleri Seibu'nun tuhaf reklamlarıyla baş başa bırakıyor, reklamın iyisi ve kötüsü temalı irdeleme mesaisini devrediyorum.

İyi tatiller!


22 Haziran 2012 Cuma

İnsan!


Hayvan Yemek hazılanadursun, haftayı TDK'nın insan ve hayvan tanımlarıyla kapatalım.

İnsan: 1. isim Toplum hâlinde bir kültür çevresinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen canlı

2. Âdemoğlu, âdem evladı

3. sıfat Huy ve ahlak yönünden üstün nitelikli (kimse)

Hayvan: 1. isim Duygu ve hareket yeteneği olan, içgüdüleriyle hareket eden canlı yaratık

2. sıfat Akılsız, duygusuz, kaba, hoyrat (kimse)

3. Kızılan bir kimseye söylenen bir söz

4. At, eşek, katır gibi türlü hizmetlerde kullanılan yaratık

Bir de atasözü gelsin bonus olarak: "Hayvanın alacası dışında, insanın alacası içinde."

Dil nelere kadir, değil mi? Yaşantısından bir kesit aktardığımız Kuluçka Tavuğu X, sizce insanı nasıl tanımlardı?

(Görselde Mella Jaarsma'nın işlerinden biri.)

21 Haziran 2012 Perşembe

Eşit!


Köpeklerini seven Fransızlar bazen atlarını yer.

Atlarını seven İspanyollar bazen ineklerini yer.

İneklerini seven Hintliler bazen köpeklerini yer.*

“Tüm hayvanlar eşittir ama bazıları diğerlerinden daha eşittir.” Orwell'in Hayvan Çiftliği'nde geçen bu beyanı bugün değerlendirdiğimizde, hangi hayvan sizce 'diğerlerinden daha eşit' olandır?

(Alıntı: Hayvan Yemek, Jonathan Safran Foer. Çeviren: Garo Kargıcı. Görsel, George Rodrigue. Tabaklarınızdakilerle yüzleşmeye hazırlanın. Çok yakında...)

20 Haziran 2012 Çarşamba

Esin


Soru: Yazarken nelerden esinleniyorsunuz?

Jonathan Safran Foer: Bana kalırsa yazmak boş sayfa karşısında iradenizi korumaktan ve özgüveninizi sınamaktan ibarettir. Yazmak insanı türlü türlü duyguya boğar, kendi kendinizin fazlasıyla farkında, korunmasız ve sersem hissederseniz ama yine de kelimeleri sayfaya aktarmak için mücadele edersiniz. Beni esinlendiren, yazma eyleminin sevdiğim tarafı da budur işte; sihirli bir yanı olmaması.

(Jonathan Safran Foer, esin kaynaklarını açıklıyor. Görselde New Yorker'ın efsanevi karikatüristi Saul Steinberg ve kağıt torba, beraberce poz veriyor.)

19 Haziran 2012 Salı

Yumurta


Medeniyet Yakın Plan # 1 - Kuluçka Tavuğunun Hayatı

X adındaki tavuk yaşamına kalabalık bir kuluçka makinesinde başlar. Yaşamının geri kalanın -kendisi için doğal olan dış koşullardan tamamen farklı bir biçimde- içinde geçireceği tamamen tellerden oluşan bir 'batarya' kafese aktarılır. (Hiçbir ticari değeri olmayan horozlar gaz verilerek, canlı canlı öğütülerek ya da boğularak öldürülürler.) X adlı tavuğun kafesi o kadar kalabalıktır ki kanatlarını tam olarak açamaz. Gagasının bir bölümü, beslenmesi, etrafı araştırması ve tüylerini düzeltmesi için gagası önemli olmasına karşın, duyarlı dokular boyunca kesilmiştir; böylece kafesindeki diğer tavukları gagalaması -bu, aşırı kalabalığın neden olduğu bir davranıştır- engellenir. X adlı tavuk yumurtlamasına saatler kala bir yandan endişeyle kalabalığın içinde gezinirken, bir yandan da, içgüdüleriyle, asla bulamayacağı bir yuva arar. (...) Hareket eksikliği, doğal olmayan koşullar ve aşırı üretim talebi - bu sene toplam 250 yumurta yumurtlayacaktır- kemiklerinin zayıflamasına neden olur. (...) Vardığı yerde X adlı tavuk tepetaklak biçimde bir yürüyen bandın yukarısına bağlanır ve otomatik bir bıçak boğazını keser. (...)

Yaşamı boyunca büyük zarar görmüş bedeni sadece kıyma, çorba ve benzerleri için uygundur.

(Hayvan Hakları, David DeGrazia. Çeviren: Hakan Gür. Dost Kitabevi Yayınları. Görsel, Heidi Bartlett.)

18 Haziran 2012 Pazartesi

Kamikaze


Haftaya sıcakların verdiği sersemlik içinde merhaba derken, buna da alışacağımız, kertenkeleler gibi sıcaklarla barışık olacağımız günlerin özlemiyle giriş yapıyoruz. İnsan her şeye alışan bir yaratıktır demiş bilgenin biri ya bir zamanlar, vardır bir bildiği... Haftanın ilk haberi, yaz maz dinlemeden, Jonathan Safran Foer'in Hayvan Yemek adlı kitabının ay sonuna doğru raflarda olacağı - uzun zamandır bekleyen okurlara müjdemiz olsun. Foer, şu günlerde Samuel Messer ile ortak bir çalışma gerçekleştiriyor ve ikilinin hazırladığı 'S'nin Retrospektifi' adlı serginin, 21 Haziran'da New York şehrinin Chelsea muhitinde kapılarını açmak üzere olduğu duyuruluyor. S; kurmaca bir karakter, retrospektif de Natalie Frank, Rochelle Feinstein, Francesca Lo Russo, Josephine Messer, Judith Linhares, Njideka Akunyili, Caitlin Cherry, Chie Fueki, Jackie Gendel ve Jennifer Packer gibi ressamların işlerini kapsayacak - Foer, küratör olarak görev aldığı sergi için S adı verilen ressamın yaşam öyküsünü ve yapıtlarıyla ilişkisini kaleme almış - hepi topu 10 adet duvar metninden bahsediyoruz, ancak kurmaca bir karakterin, hayal edilmiş bir ressamın hayatının farklı dönemlerinde 'yaptığı' resimlerin de en az yaşam öyküsü kadar ilgi çekmesi bekleniyor. New York ile başladık, öyleyse oradan devam edelim.. Ay başında New York'ta gerçekleşen kitap fuarı Book Expo'da -henüz global anlamda büyük önem taşımasa da ABD için önemli bir fuar kendisi- birtakım saçma hadiseler vuku bulmuş; bunlardan biri, sıra dışı bir kitap tanıtımının bir fiyaskoya dönüşmesi, allahtan ölü yok, bir yaralı ile gün kapatılmış. Benim Amerikan Devrimim adlı kitabın yazarı Robert Sullivan, George Washington'ın yaşamından bir sahne canlandırma amacıyla iki kayık dolusu insanı East River'a çıkartmış, ancak bir kaza sonucu kayıklardan biri devrilince 7 kişi suların içine batmış. Kazazedelerden beşi kendini kurtarmayı başarırken şanssız olan iki kişi, bir süre sürüklendikten sonra itfaiyecilerin yardımıyla kurtulmuş. Her neyse, reklamın iyisi kötüsü olmaz diye akıllara zarar bir düstur vardır ya; burada feci bir sonun eşiğinden dönülmüş sanki. Neyse, cümlemize akıl fikir dilemekten fazlasını yapamıyorum. Book Expo'nun en ilginç hadisesi, Neil Young ve Patti Smith'i bir araya getiren sohbet olmuşa benziyor; Neil Young'ın otobiyografisi Waging Heavy Peace de ekim ayında -ABD'de- yayımlanacak.

Jacket Copy'den bir havadisle noktalayalım yazıyı: artık devir dijital devri, çağ uygulama çağı; Jacket Copy'nin haberine göre geliştirilmiş olan Write or Die adlı yeni bir uygulama, yazarken tıkanan yazarlara ve yazar adaylarına üretkenlik vaat ediyor. Nasıl mı? Şöyle: Siz yazacağınızı yazmaya başlıyorsunuz, sonra, olur da duraklarsanız, uygulama seçenekler uyarınca sizi dürtüyor. Örneğin, düşük bir modu seçtiyseniz size tatlı uyarılarda bulunuyor -hadi ama, yaz!- ancak kamikaze adı verilen modu işaretlediyseniz durakladığınız takdirde yazdıklarınızı silmeye başlıyor. Bir nevi ya yazacaksın ya yazacaksın, başka yolu yok hesabı... Her neyse, dijital demiştik değil mi? Dijital iyidir.

İyi haftalar!

(Görsel, Rochelle Feinstein. Feinstein, Jonathan Safran Foer'in küratörlüğündeki S'nin Retrospektifi sergisinde yer alacak sanatçılardan biri.)

15 Haziran 2012 Cuma

Büyük


Artık alışkanlık haline geldi, cumaları edebiyat uyarlamaları ile ilgili haberleri aktarıyorum. Hollywood edebiyata abandıkça, duyuracak filmlerden geçilmiyor ortalık. Geçen hafta Edebiyat Haber'de Salman Rüşdi'nin müthiş romanı Geceyarısı Çocukları'nin sinemaya uyarlanmakta olduğu haberi yer aldı; Huffington Post'a bakılırsa da bu sene yeni bir Büyük Umutlar (Dickens,) Pi'nin Yaşamı (Yann Martell,) Cosmopolis (Don De Lillo,) Anna Karenina (Tolstoy,) Bulut Atlası (David Mitchell) ile birlikte pek çok edebiyat uyarlaması beyazperdede olacak. Büyük Umutlar'dan pek umutlu değilim açıkçası ama Cuaron'un 90'larda çektiği versiyonu Gwyneth Paltrow unsuruna rağmen, Clemente'nin de çizimleri hatrına ilginç bulmuştum. Yukarıda, eski Büyük Umutlar'ın trailer'ı var - Elif Şafak, geçenlerde Twitter'da bir diğer Dickens romanı olan İki Şehrin Hikayesi'nin açılış cümlesini yazdı, çevirenin kendisi olduğunu tahmin ederek aynen aktarıyorum: "En iyi zamanlardı, en berbat zamanlardı. Bilgelik çağıydı, aptallık çağıydı... Kısacası, o zamanlar da aynen bu zamanlar gibiydi.”

Güzel bir hafta sonu geçirmenizi dileriz.

(Gmrsel: Francesco Clemente'ya ait; yanılmıyorsam (eski) Büyük Umutlar'da yer alıyor.)

14 Haziran 2012 Perşembe

Korku


Demek robotlardan korktuğunuzu söylüyorsunuz. Neden korkmalı? Neden yaratıcı olmayı denemiyorsunuz? HERKESİ sıkan konuları anlatmaları için okullarda kullanılamazlar mı mesela? Platon neden Yunanca dersinde oturup Devlet ile ilgili soruları neşe içinde cevaplamasın? Bunu denemeyi çok isterdim. Robotlardan korkmuyorum. İnsanlardan, insanlardan, insanlardan korkuyorum ben. İnsan kalmalarını temenni ediyorum. Kitapların, filmlerin, robotların ve kendi zihnimin, ellerimin ve yüreğimin bilge ve sevecen desteğiyle insan kalmaya çabalıyorum.

Katoliklerin Protestanları öldürmesinden ve bunun aksinden korkuyorum.

Beyazların siyahları öldürmesinden ve bunun aksinden korkuyorum.

İngilizlerin İrlandalıları öldürmesinden ve bunun aksinden korkuyorum.

Gençlerin yaşlıları öldürmesinden ve bunun aksinden korkuyorum.

Komünistlerin kapitalistleri öldürmesinden ve bunun aksinden korkuyorum.

Ama... robotlar? Onlara deli oluyorum.

(Görsel August Natterer'e ait - Vaka Sırasında Gözlerim. Ray Bradbury, neden robotlardan ve robotların istilasından korkmadığını anlatıyor.)

13 Haziran 2012 Çarşamba

Ayaktayım!


"IKEA kitaplık üretimini durdurdu," "Kitaplar tarihe karışıyor!" "Birileri de bir zamanlar parşömenden asla vazgeçmeyeceklerini söylemişti!" nidaları eşliğinde, elektronik kitapların 'gelişini' karşılayan, sevinçli bir kitle mevcut; sizin de dikkatinizi çekmiştir. Niyetim kağıda methiyeler düzmek değil, yanlış anlaşılmasın; bilakis, yeni okuma deneyimlerini heyecanla karşılayanlardanım. Ama zevzekliğe de fazla sabır gösteremiyorum sevgili okur; IKEA'nın kurumsal tercihleri üzerinden matbu kitapların geleceği konulu fal açacak değilim. Her neyse, matbu kitap elektronik metinlere karşı temalı tartışmalar, bir süre daha devam edecek gibi görünüyor, demek ki bunları görmezden gelmek çok da olası değil. Geçen hafta ABD'de hemen her konuda yaşam tarzı tercihlerinin öncülerinden sayılan Oprah kişisi -ki TV programına ve dolayısıyla büyük tartışmalara yol açan kitap kulübüne (Oprah, Franzen'a karşı) son verdiğini duyurmuştuk biz de- yeni ve web ortamlı bir Kitap Kulübü ile dönüşünün 'muhteşem' olduğunu açıklamış. Hatta açıklamakla kalmamış, 'Kitaplara inanmaya devam ediyorum!' gibisinden bir şey de söylemiş. (Bu boktan bir komedi dizisi olsaydı, gülme efekti burada devreye girerdi sanırım; ancak değil ve ben o işlerden pek anlamam.) Her neyse, kitaplara inanmaya devam eden Oprah, iştahla takip ettiğimiz Koltukname'de yer alan geçen haftaki yazılardan birinde belirtildiği üzere, yeni kitap kulübü için Cheryl Strayed'in Wild adlı kitabını seçmiş. Şimdi buraya kadar her şey normal; Oprah bunu hep yapar, kitap seçer, elektrik süpürgesi önerir, sıklıkla acayip tipleri kutsayarak yeni ahkam mertebelerine oturtur (Dr. Phil diye birini duydunuz mu mesela? Duymadıysanız aman diyelim, duymayın.) vs vs. Burada durum biraz farklı yalnız, Oprah'nın 'yeni' kitap kulübü, online bir kulüp ve Oprah'nın seçtikleri, Oprah vasıtasıyla e-kitap olarak satışa çıkıyor. Yani Cheryl Strayed'in Wild adlı kitabının elektronik metnini diyelim Amazon'dan alabileceğiniz gibi, Oprah tarafından 'zenginleştirilmiş' metni de yine Amazon'dan temin edip Oprah'nın dipnotları, beğendiği pasajlar vs. gibi şeylere göz gezdirerek de okuyabiliyorsunuz. Cheryl Strayed'in kitabı Mart ayında piyasaya çıktığından bu yana 50,000'in üzerinde bir satış rakamı yakalamış; Oprah desteğiyle çok daha geniş kitlelere uzanması bekleniyor elbette. Strayed, beğenerek takip ettiğimiz Rumpus'ın Dear Sugar adlı köşesinin de yazarı ayrıca - Sugar mahlasıyla kendisine mektup yazan okurlara tavsiyeler veriyor; eğitimli, entelektüel ve neredeyse bir çeşit teşhircilik duygusuyla ortaya sermekten zevk duyduğu kişisel hayatında türlü acı ve eziyet çekmiş, enteresan diyebileceğimiz bir şahıs. Sanıyorum, nurtopu gibi bir yayıncımız (Oprah tabii, ya kim olacaktı) ve onunla birlikte hem gözyaşı döken ve döktüren hem de ironi denizinin engin sularında yüzebilen yeni bir kanaat önderimiz (Cheryl Strayed) oldu sevgili okur; gerçi biz uzaklardayız, ucu bize henüz dokunmaz. (Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diye diye...) Her neyse, parantezler çoğaldıkça aktarıma sekte vurmuş oluyorum, farkındayım, artık kusuruma bakmayın. Bir Guardian yazısıydı sanıyorum, Barnes and Noble'ın Nook adlı e-kitap okuma cihazının otomatik formatlamada oluşan bir bug yüzünden Tolstoy'un Savaş ve Barış'ında (İngilizce edisyon) geçen bütün 'kindle' (tutuşmak, alev almak vs. anlamında) sözcüklerinin yerlerinin 'Nook' kelimesiyle yer değiştirmiş olduğundan bahsediyordu - ironi demişken, fazlası söz konusu ve otomatik işleyen bir cihazdan çıkması, daha da mı cazip ne? Neyse, Strayed, Wild adlı kitabında başına gelen birtakım kişisel felaketlerin ardından uzun, upuzun bir yol yürüyen bir kadının 'gerçek' hikayesini anlatıyor. Yıkılmadım ayaktayım sloganı, sadece burada değil, her yerde popülerliğini sürdürüyor.

Ayakta kalın!

(Görselde Marilyn Monroe, kitap okuyor. Monroe'nun kitap okurken çekilmiş çokça fotoğrafı mevcut. Şöyle de bir hikaye anlatılır: Bir basın toplantısında Monroe, Karamazof Kardeşleri sinemaya uyarlamak istediğinden bahseder. Sarışın ve aptal bilinen aktrisi yerme arzusuyla bir gazeteci, Monroe'ya Dostoyevski'nin adının nasıl yazıldığını bilip bilmediğini sorar. (Gazetecinin tavrı tanıdık mı geldi? Öyle olduğundandır.) Ilımlı Monroe, soruya gazetecinin kitabı okuyup okumadığını sorarak ve okumasını tavsiye ederek karşılık verir ve Gruşenka karakterini oynamak istediğini belirterek konuyu kapatır. Monroe hakkında yazılmış pek çok ilginç metin mevcut ancak blog yazarınızın kişisel favorisi, Truman Capote'nin Bukalemunlar İçin Müzik adlı kitabında yer alan Güzel Bir Çocuk - okuyunuz, okutunuz. Parantezler aşkına!)

12 Haziran 2012 Salı

Medeni!


Seni bütün kalbiyle severdi, diye hıçkırdı. Bütün kalbiyle.

Kiminiz, lanet, diyecek.

Bense hayat, diyorum. Sadece hayat.

(Oscar Wao'nun Tuhaf Kısa Yaşamı, Junot Diaz. Çeviren: Püren Özgören; Everest. Görselde Picasso, İspanyolların savaşmaya doyamadığı boğalardan birinin yerine geçerek Edward Quinn'in objektifine poz veriyor. Wikipedia şöyle demiş: Çok ender olsa da, kimi zaman, boğanın müthiş bir cesaretle savaştığı kanısı oluşursa, talep doğrultusunda boğanın yaşamı bağışlanır. Bu durumda boğa, geldiği çiftliğe geri döner. Diğer boğalara ne mi oluyor? Öldürülüyorlar elbette. Matadorun müthiş bir cesaret sergilediği kanısı oluşursa, kendisine boğanın bir ya da iki kulağı, inanılmaz bir başarı ortaya koyduğu düşünüldüğünde ise hayvanın kuyruğu hediye ediliyor. Medeniyet!)

11 Haziran 2012 Pazartesi

Ben de sizin gibi, başkaları gibi...


"Bak sen! Peki neden aç kalmak zorundasın?"

Açlık şampiyonu, ufacık başını biraz kaldırıp yakın bir öpücüğe hazırlanır gibi dudaklarını sivriltti. Söyleyeceği bütün sözlerin duyulmasını ister gibi, yetkilinin dosdoğru kulağına:

"Çünkü," dedi, "çünkü hoşuma giden yemek bulamıyorum. Bulsam inanın ki böyle bir ün ardında koşmaz, ben de sizin gibi, başkaları gibi karnımı tıka basa doyururdum."

Burada ilk defa yazdığımızdan bu yana iki yıl olmuş, biliyorsunuz Kafka'nın kurmacasını aratmayacak cinsten bir hukuk mücadelesidir gidiyor, kaynaklara bakılırsa mahkemeden ay sonunda karar çıkacakmış. Eh, sonrasındaki gelişmeleri hep birlikte izleyeceğiz... Dava adlı yazıda uzunca bir özet geçmişim - uzun lafın kısası derseniz şöyle: Kafka, ölüm döşeğindeyken yaşamı boyunca yazdığı her şeyi (edebiyat tarihinin belki de en meşhur yancılarından olan) arkadaşı Max Brod'a teslim edip yakmasını söyler, Brod bu ricayı yerine getirmez. Brod, bavullar dolusu (Kafka'ya ait) defterle yeni kurulmakta olan İsrail'e yerleşir (Kafka hayattayken İsrail diye bir yer yoktur, Brod İsrail'e gittiğinde Kafka'nın ölümü ardından 15 yıl geçmiştir) ve defterleri sekreterliğini de yapan (evli) sevgilisine bırakır. Kadın ölünce defterler, bugün seksen yaşlarında olan ve onlarca kediyle Tel Aviv'in Spinoza Sokağı'nda yarı deli yarı sefil bir yaşam sürmekte olan "kızlara" kalır. Kızlar, defterlerin bir kısmını Almanya Edebiyat Arşivi'ne satar, İsrail kültürel miras olarak nitelediği el yazmalarını "kızlardan" almak için bir hukuk mücadelesi başlatır. Bu esnada kızlardan biri ölünce, İsrail karşısına Eva Hoffe'yi alarak mücadeleyi sürdürür. Eva Hoffe, hayattaki tek varlığının bu defterler olduğunu belirtmiş; İsrail, haliyle kültürel miras olarak nitelenen eserleri bu yaşlı kadının ve kedilerinin pençelerinden alma peşinde. Ay sonunda karara bağlanacak diyorlar ya, bu en tuhaf Kafka hikayelerinden bile tuhaf öykünün öyle kolay kolay sonlanacağı fikrinde değilim. Olur da sonlanırsa, yeni (eski) Kafka metinleri okuma gibi bir şansımız olabilir ya da Brod'un süzgecinden geçmemiş birtakım Kafka satırlarıyla karşılaşabiliriz sanıyorum - Jonathan Safran Foer; Hayvan Yemek'te Brod'un aktardığı ve Walter Benjamin'in atıfta bulunduğu bir Kafka anektodundan bahsediyor. Kafka vejetaryen olduktan sonra akvaryumda yüzen balıkların önünde durur ve "Artık size utanç duymadan bakabilirim, sizi yemiyorum," der... Kafka ve utanç kavramından girersek blog yazımız akademik bir makaleye dönebilir, ancak bu hukuk mücadelesini merakla takip ederken tuhaf hislere boğulduğumu, konuyla ilgili okuduğum haberler karşısında neredeyse yüzümün kızardığını belirtmeliyim - utanç, tıpkı korku gibi, bulaşıcıdır, o ayrı. Kafka'nın yok etmek istediği (yok edemediği) el yazmalarının, Kafka'nın sağlığında henüz kurulmamış olan (var olmayan) İsrail'deki akıbetini takibe yine de devam edeceğiz. İsrail'den söz açılmışken atlamayalım; İsrail'li yazarımız Etgar Keret, Frank O'Connor kısa öykü ödülü adayları arasında - yazarın ödüle aday gösterilen kitabı Kapı Aniden Vuruldu'yu bu yılın sonunda, bir diğer şahanesi Nimrod Çıldırışları'nı ise önümüzdeki yaz günlerinde raflarda bulacaksınız. Kısa öykü meraklılarına ayrıca yerli yazarlardan Sine Ergün'ün kitaplarına bir göz atmalarını da öneririz bu arada; gözden kaçmasın. (Malum; yeni çıkanlar ve çok satanlar dışındaki kitapların gözden kaçması, halihazırdaki sergileme anlayışı uyarınca epey olası.)

Yukarıdaki görsele, interneti tararken San Francisco Hayvanat Bahçesi'nden kaçan ve bir kişinin ölümüne neden olan kaplanla ilgili 2007 tarihli bir NY Times haberinde rastladım. Kaplanın başına ne mi gelmiş dediniz? Vurularak "etkisiz" hale getirilmiş elbette...

Haftanız şen, algınız açık olsun.

(Alıntı: Açlık Şampiyonu - Hikayeler, Franz Kafka. Çeviren: Kâmuran Şipal. Cem Yayınevi.)

8 Haziran 2012 Cuma

Sefiller

Yine bir haftanın sonu, yine bir kitaptan uyarlanmış bir filmin tanıtımı: Sefiller, bu yılın sonunda beyazperdede olacak. (Burada ne zaman gösterilir, nasıl gösterilir; orası hiç belli olmaz.) Biz edebiyat uyarlamalarına burun kıvırarak yaklaştıkça Hollywood kitaplara her zamankinden daha fazla sardırmakta sanki, değil mi? Russell Crowe'dan emin değilim ama Anne Hathaway, tipi itibariyle Fantine rolüne cuk oturmuş gibi - Cosette sanmıştım, değilmiş. Sefiller'in Gatsby ile kapışacağı söyleniyor; bakalım...

İyi tatiller!


(Bu aralar radarımızda pek çok şey var; eskimeden paylaşalım hemen: Elif Batuman'ın LRB için kaleme aldığı Masumiyet Müzesi incelemesini okudunuz mu? Bir göz atın! Batuman'ın yazılarını yerli edebiyat dergilerinde de görmek isteyen bir ben miyim acaba? Bu arada Dave Eggers, bu defa Suudi Arabistan'da geçen bir roman yayımlamak üzere ve Jonathan Safran Foer'in Eating Animals'ı, çok, ama çok yakında geliyor, bekleyin!)

7 Haziran 2012 Perşembe

Ömür


"Sormamın bir sakıncası var mı: Ne zamandan beri itfaiyeci olarak çalışıyorsun?"

"Yirmi yaşından beri, on yıldır."

"Yaktığın kitapları hiç okuduğun olur mu?"

Montag güldü: "Bu, yasaya aykırıdır."

(Fahrenheit 451, Ray Bradbury. Çevirenler:Zerrin-Korkut Kayalıoğlu, İthaki. Ray Bradbury, dün 91 yaşında hayata veda etti. Yayıncılar Birliği'nin yıllık düşünce ve ifade özgürlüğü raporuna göre, 1952'den bu yana Türkiye'de haklarında toplatma, yasaklama ve yayın durdurma karar verilen yayınların sayısı: 22.601. Görsel: Jacqueline Rush Lee - Raf Ömrü adlı çalışma.)

6 Haziran 2012 Çarşamba

Çok!


Çoksatan denilen bir fenomen var; biliyorsunuz... Son zamanlarda nereye dönsem, hangi edebiyat dergisini elime alsam, TV'de hangi kültür sanat programını izlesem, haldır haldır bir tartışmadır gidiyor; çoksatanlar, merceğin altına alınıp genelde de beylik beyanlardan ötesini içermeyen analizlerle didik didik ediliyor ve nedense, çabalar yetersiz kalıyor olsa gerek ki tartışmalar bitmek bilmiyor. Kolay sıkılan bir bünyeyim; bunalan bir ben olmalıyım herhalde, neyse... Bu hafta Huffington Post'ta okuduğum bir makalede bir "çoksatan nasıl yazılır" formülüne rastlayınca burada paylaşmadan edemedim; çoksatanlar çok satadursun, belki bu fenomeni tartışma iştahımız biraz körelir de edebiyattan bahsedecek zaman kalır. Buyrun, yedi yılını çoksatanları analiz etmeye vermiş olan John Baldwin, 10 maddelik bir liste hazırlamış, parantez içleri elbette ki listeyi hazırlayana değil blog yazarınıza ait:

1. Kahraman bir konuda uzmandır. (En az bir konuda uzmanlığı olmayan biri var mı ki? Tavla uzmanlığı uzmanlıktan sayılır mı mesela?)

2. Kötü adam bir konuda uzmandır. (Yukarıdaki parantez, tekrara alınır.)

3. Kötülükler, kötü adamın ensesindeymiş hissiyle okura aktarılmalıdır. (Kötü adam diyerek kötü adamı yargılamıyor muyuz? Mağdura empati bu maddeyi geçersiz kıldı.)

4. Kahramanın çeşitli dallarda uzman olan destekçileri olmalıdır. (Bir uzmanlıktır gidiyor ya, neyse... Olsun tabii.)

5. Takımdaki kişilerden ikisi birbirine aşık olmalıdır. (Takım derken? Bu roman ne kadar kalabalık olacak?)

6. Takımdan iki ya da daha fazla sayıda kişi ölmelidir. (Yazık oldu.)

7. Kötü adam asıl hedefinden şaşıp takımdakilere odaklanmalıdır. (Çoksatanı bilemem ama bana kalırsa kötü adam dediğin takıntılı olur, asıl hedefinden şaşmaz, hem ona hem de peşindekilere kilitlenir.)

8. Kötü adam ve kahramanın ölmemeleri gerekir ki ikinci kitapta yeniden karşı karşıya gelebilsinler. (Bu eziyet sürecek, orası belli oldu. Uzman kişiler ikinci kitapta da karşımıza çıkacak, yalnız birinci kitaptakilerin çoğu öldüğünden bunlar yeni uzmanlar olacak. Bu arada alakasız ama söylemesem olmayacak, yazık oldu Sirius Black'e...)

9. Tüm ölümler kişiden gruba yansımalıdır. Bir bomba patladı ve 15.000 kişi öldüyse örneğin, şöyle ifade edilmelidir: "Jamie ve Suzy parkta anneanneleri ile yürüyüş yaparken yer birden yarıldı." (Jamie ve Suzy'yi anladım, ancak anneanneyi neden harcıyorlar orası belirsiz.)

10. Çıkmaza girildiğinde karakterlerden biri ölmelidir. (Çıkmazlardan sakınınız, yazardaki yıkım iştahını körükler.)

Makaleden öğrendiğimize göre bu talihsiz listeyi hazırlayan John Baldwin, 11.ci Veba adlı bir kitap yazmış ve astronomik bir telif ücreti almış, ancak yayınevi kitap için 200.000 dolarlık bir tanıtım bütçesi ayırmasına rağmen çoksatanlar listesine girmeyi başaramamış... Ne diyelim, demek evdeki hesap çarşıya uymamış.

Ben bazen çok sıkılıyorum sevgili okur, ya sen? Yazıyı güzel bir notayla kapatalım en azından, buyrun:

Hatta iyice ileri gidip, romanın doğal, uygun, olması gereken biçimi bir torba, bir çuvaldır diyebilirim. Kitap sözcükleri tutar. Sözcükler şeyleri tutar. Anlamları taşır. Roman, şeyleri birbirleriyle ve bizimle belirli ve kuvvetli bir ilişki içinde tutan bir ilaç bohçasıdır.

("Çuval Kuramı ve Kurgu," Ursula K. Le Guin - Kadınlar Rüyalar ve Ejderhalar'da yer alıyor. Çeviren: Deniz Erksan. Görsel, Andy Warhol.)

5 Haziran 2012 Salı

Özgün







Büyürken kahramanlaştırdığım kadınlar bana müthiş bir hayatiyet kazandırıyordu çünkü onlar dünyaya bir dolu yalan söylemiyorlardı; tüm çevrelerine dürüstlük yayıyorlardı.

(Kaltak: Sıradışı Kadınlara Övgü, Elizabeth Wurtzel. Çeviren: Mefkure Bayatlı, İletişim. Görsellerde sırasıyla Frida Kahlo, Louise Bourgeois, Patti Smith, Pina Bausch, Lee Krasner. Bu ara rahimlerden bahsederken sahiplerini yok saymak adetten oldu; biz kendi kadınlarımızdan birkaçını bu vesileyle, özgün ve biricik seçimlerinin mimarları olarak, saygıyla bir analım o halde.)

4 Haziran 2012 Pazartesi

Mırıltı


Hiçbir şey değişmemişti; hiçbir şey farklı değildi, -sadece bu noktada kulaklarımı açıp söylenenleri değil, o söylenenlerin arkasındaki mırıltıyı dinledim.*


Bir gündemdir gidiyor sevgili okur, hem de öyle bir hızla almış başını gidiyor ki sersemlememek olası değil. Ortak gündemimizden bağımsız, kişinin özeline ait bir gündem olabilir mi, ondan bile emin değilim artık. Edward Young, "Orijinal olarak doğuyor, kopya olarak ölüyoruz," demiş ya, bizler tepkilerimiz ve tavırlarımızla tektipleşmekle kalmıyoruz; ağızdan verilen suyu anında 'işeyen' oyuncak bebekler gibi, mütemadiyen dayatılan birtakım söylemlere ve eylemlere anında yaygara kopararak tepki veriyor, ardından bir sonraki gündem değişikliğiyle yeni yaygaramıza koyuluyoruz. Yorucu, öyle yorucu ki böyle yaşamak... Edebiyata ve edebiyat üzerinden yaşama uğraşına odaklanan bu blogda son birkaç gündür tartışılan ve en hafif deyişle mide bulandıran, insanlık dışı, cinsiyetçi söylemleri tekrarlayarak zeminimi karartmak niyetinde değilim, zaten -gündem gereği- olan biteni takip etmişsinizdir... Bedenin, kadın bedeninin gördüğü folluk muamelesi ve kadınların bedenlerine, kimliklerine, varlıklarına, yaşamlarına uygulanan tahakkümler bir yana, bunlara itiraz ederken tecavüz dışında bir sav geliştiremeyenlerin acizliği en hafif ifadesiyle asap bozucu. Bugün ben bambaşka bir konuda, bambaşka bir yazı yazacaktım oysa... Hepimiz gibi ben de gündeme kurban gitmiş olabilir miyim? Şimdi ise tepkimi, sıkıntımı, üzüntümü, öfkemi sadece yukarıdaki görsel ile ifade etmek niyetindeyim.



Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz.**


(Haftanız, eğer böyle bir şey mümkünse tabii, şen olsun... Görsel, Edwin Wurm. Hıyar Turşusu olarak Otoportre.Alıntı: Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf. Çeviren: İlknur Özdemir; Kırmızı Kedi. (**) Alıntı: Tutunamayanlar, Oğuz Atay; İletişim.)

1 Haziran 2012 Cuma

Caz


Edebiyat eserlerinin beyazperde uyarlamaları konusunda fazla heyecan duymadığımı, blogu takip edenler anımsayacaktır. Ne var ki bu senenin sonunda ya şahane ya da berbat diyeceğimiz, ancak orta halli olduğu kanısına ulaşmanın güç olacağını kestirdiğim bir edebiyat uyarlaması gümbür gümbür gelecek gibi: Baz Luhrmann, F. Scott Fitzgerald'ın Muhteşem Gatsby'sini üç boyutlu olarak sinemaya uyarlıyor. Trailer aşağıda; sonlarda çalan şarkı tanıdık geldiyse U2'nun Achtung Baby'deki kadim güzelliklerinden Love is Blindness'ın yorumu olduğundandır - White Stripes ve Raconteurs'ün Jack White'ı, güzel iş çıkarmışa benziyor. Everest, geçtiğimiz aylarda Muhteşem Gatsby'yi yeni bir edisyon halinde yayımladı; Caz Çağı'na perdeden değil de sayfalardan bir göz atmak isterseniz şiddetle tavsiye ederiz. Yukarıda Scott ve Zelda; Scott'ın yüz ifadesine ayrıca dikkat!

İyi tatiller!