31 Mart 2010 Çarşamba

Reklamlar bitti!


Bazen bunlara değer mi diye sorguladığımız olurdu. Hindistan’a yerleşmek ya da yeniden anaokuluna başlamak daha iyi olabilir diye düşünürdük. Özürlüler için çalışmak ya da ellerimizi kullanarak bir şeyler üretmek mesela... Bizi her gün ve hatta zaman zaman da saat başı dürten bu arzulara hiçbirimiz kulak asmazdık. Bu arzuların peşinden gitmektense, toplantı salonlarında bir araya gelip günlük meseleleri tartışırdık biz.


29 Mart 2010 Pazartesi

Reklam yazarı ne yazar?



Geçtiğimiz yıl yurtdışında büyük ses getiren genç bir yazarın ilk romanını yayımladık; Joshua Ferris'ten Ve İşimiz Bitti. 1974 doğumlu olan Ferris, sanat eğitimi aldığı üniversite yıllarının ardından bir dönem bir reklam ajansında çalışmış ve Ve İşimiz Bitti henüz yayımlanmadan işten ayrılarak yazarlığa vermiş kendini. Pek çok ödül alan ve büyük beğeni toplayan ilk romanı Ve İşimiz Bitti'ye bakılırsa, çok da iyi etmiş. Ferris bugünlerde yeni romanı The Unnamed ile gündemde; bizler de bu kitabı sene bitmeden sizlerle buluşturmayı planlıyoruz. Fakat o zamana değin, bir reklam ajansında ekonomik kriz atmosferini konu alan ve mizah dolu bir dille insanın varoluş sefaletini gözler önüne seren Ferris'in ilk romanı Ve İşimiz Bitti'den kısa bir hatırlatma yapalım.


26 Mart 2010 Cuma

Sıfırdan az


Burada daha önce Trainspotting'in sürprizlerinden ve Danny Boyle'un sinema uyarlamasıyla ayrıştığı noktalardan kısaca bahsetmiştik. Spud'ın duygusallaşıp beğendiği kadının yanında amaçsızca ve her zamanki gibi saçmalayarak yürüdüğü bir bölümün tamamının The Smiths'in There Is A Light That Never Goes Out şarkısına saygı duruşunda bulunduğunu belirtmiştik. Kitabın bir diğer sürprizi ise Danimarkalı filozof Sören Kierkegaard'a Renton'ın ağzından selam çakması. Okuma tecrübesi kişiye göre değişir elbette, ancak Welsh bu kült romanında Renton'ın seçimlere dair söylediklerinin varoluşçuluk ekseninde değerlendirilmesi için adeta zarf atıyor okurlarına. Renton ve Spud'ın Waterstone's Kitabevi'nden kitap çalmak suçuyla hakim karşısında oldukları bölümde Renton Kuzey'in bu ağır top filozofu sayesinde savunuyor kendini. İkna edici olup olmadığına karar vermek size kalmış:

24 Mart 2010 Çarşamba

Her şeyi geride bırakıp uzaklara gitmek - Yabana Doğru


Jon Krakauer'in Yabana Doğru isimli kitabını geçtiğimiz yaz başında yayımlamıştık. Yaban dendi mi akla ne yazık ki bildiğim kadarıyla tek olan av ve avcılık TV kanalı geliyor ki bunu şimdilik bir kenara koyalım, aklımızdan çıkartalım. (Yakup Kadri'nin avdan sonra akla gelmesi ise ilginç.) Kitabı bilmeyenler, belki Sean Penn yönetmenliğindeki Hollywood uyarlamasını ve Eddie Vedder'ın şahane müziklerini anımsayacaklardır. (Uyarlamayı içerik olarak kitaptan uzak bulduğumu, öykünün fazlaca duygusallaştırılarak sulandırıldığını düşündüğümü ekleyeyim; yalnız görüntülere diyecek söz yok.) Film, ülkemizde Özgürlük Yolu adıyla gösterilmiş. (Janis Joplin ne diyordu Me&Bobby McGee'de; özgürlük, kaybedecek bir şeylerin kalmadığı anlamına gelir sadece gibisinden bir şeyler değil miydi?)


22 Mart 2010 Pazartesi

Yazı - hayal gücüyle seyahat aracı


Kültür-sanat sayfalarını iştahla takip ettiğimiz İngiliz yayın organı The Guardian'da geçtiğimiz günlerde Jonathan Safran Foer'in kaleminden bir makaleye rastladık. Her Şey Aydınlandı'nın yazım sürecini kâğıda döken Foer, 23 yaşında tamamladığı ve tüm dünyada büyük ilgi gören bu ilk romanından bahsederken yazının planlama kaldırmadığını, aksine içgüdüsel bir süreç olduğunu söylüyor:


Her Şey Aydınlandı'yı yazmak gibi bir niyetim yoktu benim. Hiç bir şeye niyetlenmemiştim aslında - kitap, planlar sonucu değil içgüdüsel biçimde ortaya çıktı. Ancak sayfaları doldurmaya başladığımda, eninde sonunda 20 yaşında Ukrayna'ya yaptığım geziyi konu edeceğimi biliyordum.

Dedemi Nazilerin elinden kurtardığı söylenen kadının fotoğrafı ile ailemin geldiği kasaba olan Trahimbrod'a doğru yola çıkmıştım o zamanlar. Gerçekten böyle bir yer vardı - ya da bir zamanlar var olmuştu. Ve gerçekten de elimde Augustine'in fotoğrafı vardı.

19 Mart 2010 Cuma

Gelmeyen trenleri gözleyenlere


Geçen hafta matbaaya girdiğini haber verdiğimiz Trainspotting, artık tüm kitapçılarda... Kitaba dair söylememiz gereken, özel bir baskı yaptığımız ve kapağın web versiyonunun uygulamadaki görüntüsünden biraz uzak olduğu. Kitap adı madde etkisi altında algılanan biçimde tasarlandı, fon rengi ise özel renk olduğu için webde tezahürü somut halinden oldukça değişik. Demek istediğim, kitabı kitapçıda inceleyin, Internet üzerinden edineceğiniz izlenimden farklı olduğunu göreceksiniz.

Trainspotting daha önce farklı bir çeviri ve filmde Renton'ı canlandıran Ewan McGregor'ın yer aldığı bir kapakla yayımlanmıştı Türkiye'de hatırlarsanız. Hatta yazarın Trainspotting'in devamı niteliğindeki diğer kitabı Porno müstehcen bulunarak dava edilmiş, ancak beraat etmişti. (Stüdyo İmge yayınları.) Aradan neredeyse 10 yıl geçti ve Welsh'in bu kült klasiğinin baskısının tükenmiş olmasına gönlümüz elvermedi. Avi Pardo'nun Türkçesiyle Trainspotting yeniden hayat buldu; Ewan McGregor'a bulaşmadan hem de. McGregor'a ya da beyazperde uyarlamalarına bir itirazımız olduğundan değil, kitaptan uyarlanan filmin kitabın önüne geçmesi fikrinden bir nebze rahatsızlık duyduğumuzdan. (Geçtiğimiz aylarda yeni çıkan kitaplara göz atarken Ewan McGregor'a yine rastladım zaten, Danny Boyle'un Trainspotting'inden bir kare - Renton delicesine koşuyor; bir macera romanına görsel olmuştu. Her neyse... Trainspotting'in olmasa da bu yazının görselinde Ewan McGregor, Renton karakterinde ve epey fena hallerde.)

17 Mart 2010 Çarşamba

Hangi prens?

ZİHNİN EROTİK İHTİYAÇLARA BİÇTİĞİ DEĞER,TATMİN KOLAYCA ERİŞİLEBİLİR OLUR OLMAZ AZALIR.

LİBİDOYU TEPE NOKTASINA ÇIKARMAK İÇİN BAZI ENGELLER GEREKİR.

TARİHİN HER DÖNEMİNDE, DOĞAL BARİYERLER NE ZAMAN YETERSİZ KALSA, ERKEKLER TÖREL MANİLER OLUŞTURMUŞTUR.

(Pamuk Prenses, Donald Barthelme.)

15 Mart 2010 Pazartesi

Çöplükte açan çiçekler misali




Nick Cave, sanatçı kişiliğini, muazzam şiirsel liriklerle yüklü şarkılarla hissedilir kıldığı müzisyen kimliğiyle sınırlamadığını Ve Eşek Meleği Gördü romanıyla ispatlamıştı. Müzikseverlerin gönlünde kurduğu tahtla yetinmeyeceğinin, edebiyat âleminde de kendine özgü bir dil ve üslupla yerini alacağının müjdesi niteliğindeki Ve Eşek Meleği Gördü, Nick Cave’in yazar olarak da en az müzik alanındaki kadar kült bir isim olacağını simgeliyordu. Uzun zamandır, tadı damağımızda kalan bu eserin arkası nasıl gelecek acaba diye merakla beklemekteydik. Ve sonunda, Ve Eşek Meleği Gördü’den yirmi yıl sonra yazdığı yeni romanı Bunny Munro’nun Ölümü ile Nick Cave tekrar huzurlarımıza arz-ı endam etti.

12 Mart 2010 Cuma

Şeytan arabaları

Uzun zamandır üzerinde çalıştığımız bir kitap, Irvine Welsh'in yeraltı klasiği Trainspotting matbaaya girdi sonunda. İngiltere'de ilk basımının 15 yıl ardından Avi Pardo'nun yeni çevirisiyle Türkçeye aktarılan Trainspotting sarsıcı, kafası güzel, hazmı zor bir roman. Gündelik hayatın rutin akışından, dokuz-beş yaşamlardan bunalanlara özellikle tavsiye ederiz. Trainspotting, önümüzdeki cuma gününden itibaren tüm kitapçılarda.

Hayat sıkıcı ve anlamsız. Büyük umutlarla başlıyoruz, sonra çuvallıyoruz. Hepimiz bir gün büyük sorulara cevap bulamadan öleceğimizi keşfederiz. Hayatımızın gerçeğini farklı biçimlerde yorumlayacak dolambaçlı düşünceler geliştiririz, bedenimizle büyük şeylere, gerçek şeylere dair kayda değer bir bilgiye uzanmaksızın. Aslında, kısa ve hayal kırıklıklarıyla dolu bir hayat yaşar, sonra da ölürüz. Kendimizi her şeyin tamamen anlamdan yoksun olmadığına inandırmak için hayatlarımızı bokla doldururuz; kariyerle, ilişkiyle falan...

BİZİ SEÇ. HAYATI SEÇ… ÇAMAŞIR MAKİNESİ SEÇ, ARABA SEÇ, BİR KANEPEYE OTURUP AĞZINA BERBAT ŞEYLER TIKIŞTIRARAK BEYİN UYUŞTURUCU VE RUH ÇÖKERTİCİ APTAL TELEVİZYON PROGRAMLARI SEYRETMEYİ SEÇ. BİR HUZUR EVİNDE ÜZERİNE SIÇIP İŞEYEREK ÇÜRÜMEYİ, BENCİL VE KAFAYI YEMİŞ ÇOCUKLARIN İÇİN BİR UTANÇ KAYNAĞI OLMAYI SEÇ. HAYATI SEÇ.

İyi de, ben hayatı seçmemeyi seçiyorum.

10 Mart 2010 Çarşamba

Âşık olmak

Ayıplı tefeci Yankel D, o akşam bebeği evine götürdü. Geldik, dedi, işte ön basamak. İşte burası. Bu, senin kapın. Ve işte bu tuttuğum da senin kapının tutamağı. Ve işte, eve geldiğimizde ayakkabıları buraya koyarız. İşte, ceketlerimizi buraya asarız. Bebekle anlayabilirmiş gibi, asla yüksek ses veya tekli heceler ve saçma sapan sözcükler kullanmadan konuştu. Seni beslediğim bu şey, süttür. Süt, bir gün tanışacağın sütçü Mordehay’dan gelir. O da sütü inekten alır. İnek, düşündüğünde çok tuhaf ve asap bozucu bir şeydir, o yüzden inek üstüne fazla düşünme… Yüzünü okşayan bu şey, benim elimdir. Bazı insanlar sağ elini, bazıları sol elini kullanır. Sen hangisisin henüz bilmiyoruz çünkü orada öylece oturup işleri bana bırakıyorsun… Buna öpücük denir. Dudaklar yapıştırılıp bir şeyin üstüne, bazen bir yanağa, bazen başka dudaklara, bazen başka şeylere bastırıldığında olan budur. Öpülen, duruma göre değişir… Bu, benim kalbimdir. Sen ona sol elinle dokunuyorsun; bunun nedeni solak olman değil ki öyle çıkabilirsin, sol elini tutup kalbime bastırmamdır. Şimdi duyduğun benim kalp atışlarımdır.

Beni hayatta tutan budur.

(Her Şey Aydınlandı; Jonathan Safran Foer. Çeviren: Algan Sezgintüredi.)

8 Mart 2010 Pazartesi

Roman yaşıyor!

Yeni bir haftanın başlangıcı, kapkahverengi ve ıslak bir Mart havası... Irvine Welsh klasiği Trainspotting'i yeni Avi Pardo çevirisiyle özel bir baskı için hazırlıyoruz son birkaç aydır, bugünlerde gerisayım başladı. Trainspotting, yeni baskı ve çevirisiyle çok yakında raflarda olacak.

Bizler masalarımızın başında çalışmayı sürdürürken, geçtiğimiz günlerde ülkemizde Görünmeyen adlı romanı Can tarafından yayınlanan Paul Auster'a bırakalım sözü.

Soru: Günümüz edebiyatında hangi isimleri takip ediyorsunuz?

Auster: Pek çok yazar var-muhtemelen sayabileceğimden çok. Don DeLillo, Peter Carey, Russell Banks, Philip Roth, E.L. Doctorow, Charles Baxter, J.M. Coetzee, David Grossman, Orhan Pamuk, Salman Rushdie, Michael Ondaatje, Siri Hustvedt... Şimdi aklıma bunlar geliyor ama soruyu yarın sorsanız başkalarını sayabilirdim. Pek çok insanın inanmak istediğinin aksine, roman gayet iyi durumda bugünlerde; tıpkı eskiden olduğu kadar etkin ve sağlıklı. Tükenmeyecek bir şey roman; pesimistler ne derse desin.

Soru: Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?

Auster: Çünkü roman iki yabancının tümden mahremiyet içerisinde bir araya geldiği tek yerdir. Yazar ve okur kitabı hep beraber oluşturur. Hiçbir sanat dalında bunu bulamazsınız. Hiçbir sanat dalı insan hayatının esasındaki içedönüklüğü bu şekilde yansıtamaz.

(Paris Review Söyleşileri 4.)

5 Mart 2010 Cuma

Kusursuz bir gece

İçeride kırmızı duvar kağıdı ve Viktorya tarzı dekor hakimdi. Etrafta soluk yüzlü ve telaşlı kızlar, siyah çerçeveli gözlükleri ve küt saçlarıyla dolanarak tahrik edici bir şekilde Penguin klasiklerinin sayfalarını karıştırıyorlardı. Üst kattaki bir odadan, sarışın biri yüzünde koca bir tebessümle bana göz kırparak “Wallace Stevens, değil mi?” dedi. Ama pazarladıkları sadece entelektüel deneyimden ibaret değildi—aynı zamanda duygusallık da vardı işin içinde. Duyduğuma göre elli papele ‘yakınlaşmadan bağ kurmak’ mümkündü. Yüzlüğe ise, Bartok plaklarını dinletip sizinle akşam yemeği yiyorlar ve anksiyete krizlerini izlemenize izin veriyorlardı. Yüz elliye, ikizlerle FM radyosu dinleyebilirdiniz. Üç yüz papelin karşılığı ise şunlardı: Zayıf, esmer bir Yahudi kız Modern Sanatlar Müzesi’nin önünde sizinle karşılaşmış gibi yapacak, tezini okumanıza izin verecek, sizi Elaine ve Freud’un kadına yaklaşımları hakkında çığlık çığlığa yapılacak bir münakaşaya çekecek ve tercih edeceğiniz yöntemle numaradan bir intihar gerçekleştirecek—al sana kusursuz bir gece. Bazı adamlar için tabii. Güzel iş. Harika şehir şu New York. (Woody Allen; Tüysüz. Çeviren: Garo Kargıcı.)

Woody Allen'ın kültleşmiş klasiği Tüysüz, Tanrı oyununu içeren orijinal baskısıyla ilk kez Türkçede; özellikle Tanrı'yı kaçırmayın diyoruz.

3 Mart 2010 Çarşamba

Aynanın gerisinden

Demek ki o, sadece kendine baktığını düşünmüyordu. Ben de sadece kendime baktığımı düşünmüyordum. Bu ancak, algıdaki çarpıtmalar hesaba katılmadığında böyle gözükürdü. Aynalarla ilgili bütün bu şeyleri bilmiyor muydum zaten? Sanki tam o sırada bu bilgiye sahip değildim de adeta baştan öğrenmiştim. Aynaların işleyişinin ya da bize ne gösterdiklerini gerçekten kavrayamamamızın -aynaların nasıl göründüğümüzü anlamanın başlıca yolu olduğu hesaba katılırsa- üzerine kafa yormaya değer. Şu şairane şarlatan Lacan ne demişti?

Sadece aynalarda gördüğümüz için kendimizi ancak "kurgusal boyutta" biliyoruz gibilerinden bir şey miydi?

(Atmosferik Rahatsızlıklar; Rivka Galchen. Çeviren: Hira Doğrul)

1 Mart 2010 Pazartesi

Beyaz Tavşanı İzle


"Lütfen söyler misin bana, burada ne yana gidebilirim?"

"Bu, gitmek istediğin yere bağlı," dedi Kedi.

"Neresi olursa olsun, önemi yok," dedi Alice.

"O zaman ne yana gitsen olur," dedi Kedi.

Alice, sözünü açıklamak amacıyla, "Yeter ki bir yere varayım," diye ekledi.

"Tabii varırsın," dedi Kedi, "yürümekten yılmazsan, bir yere varırsın elbet."

Alice, bu doğruya karşı çıkılamayacağını sezdi, başka bir soru denedi:

"Buralarda nasıl insanlar oturuyor?"

Kedi sağ patisiyle bir yuvarlak çizerek, "Şurada," dedi, "bir Şapkacı oturur, şurada da," öbür patisini salladı, "bir Mart Tavşanı. Hangisine istersen git; ikisi de delidir."

"Ben deliler arasında ne yapayım?" dedi Alice.

"Başka çaren yok ki," dedi Kedi, "hepimiz deliyiz burada..."

(Alice Harikalar Ülkesinde - Lewis Carroll. Çeviren: Tomris Uyar. Can Yayınları, 1992.)



Klasiklerin çizgi romanlara, romanların hızla filmlere dönüştüğü, ilgi gören filmlerin ardından hikayenin arka planını geliştiren romanlarının yazıldığı bir dünyada -evet, James Cameron Avatar'ın romanı için hazırlıkları başlatmış- artık anlatılanın formatının özle bir sayılmadığı söylenebilir. Dante'nin Inferno'su bilgisayar oyununa dönüşür, Mary Shelley'nin Frankenstein'ı canavar bir çizgi roman olarak karşımıza çıkarken; teknolojinin nimetlerinin bireyin hayalgücünü emekli ettiği ve oyun dışı bıraktığı söylenebilir.