28 Temmuz 2015 Salı

Bozuk

Blog yazarınız bu aralar herhangi bir şey yapmanın anlamsızlığı ile hiçbir şey yapmamanın imkansızlığı arasında yer alan ve giderek genişleyen düzlemde, dünya ile ilişkisi çokça bozuk bir halde, en çok bu ve benzeri hallerde sevgili okur... Pazartesi yazısını salı yazması, cehennem sıcağında üşüyüp olur olmaz huzursuzlanması ve blog'unu bir süredir ihmal etmiş olması bu yüzden. Listeye, kendinden üçüncü tekil şahısta bahsetmesini, kendinden üçüncü tekil şahısta bahsetmek der demez aklına Mustafa Sarıgül'ün gelmesini, Weltschmerz'den acile gidecek kıvamda olması vs.'yi de ekleyebiliriz. Özetle: sinirlerimiz haraptır, duyuralım.

Bu meymenetsiz ruh halinden mütevellit, haftaya başlangıç yazısı yerine notlar paylaşma tercihini kullanıyor, sinirleri bozuk olan tüm takipçilere bu vesileyle selam ediyorum. (Üçüncü tekil şahıstan birinci tekil şahısa uzanan yolda, şizoid kişilik bozukluğu dolaylarında...)

Günün rengi: Gri, ama U+2192.svg Gökkuşağı renklerine boyanan mahalle ve gökkuşağı renklerine boyalı merdivenlerin yıkımı. Üzerine, gündelik hayata dair objelerden gökkuşağı renklerinde düzenlemeler. Son olarak: bir kökte kırk çeşit ağaç, kırk çeşit renk, kırk çeşit meyve.

Günün haberi ya da haberlerinden biri: Toplu taşımada canlı bomba alarmı, ama U+2192.svg Toplu taşıma araçlarında hayatta kalma rehberi. Üzerine: New York metrosundan kitaplar/yorumlar; faydalı bir çalışma.

Günün olayı kesinlikle bu değil, ama U+2192.svg Birileri yine sayma, sayma, sayma peşinde: Romanın sayısal sınırları. Ufak bir hatırlatma: her şeyi saymak mümkün gerçi ama, kitapların kelimelerini saymaktansa okumak, daha verimli bir faaliyet olabilir - aksini düşünenlere hesap makineleriyle mutlu günler temennisi sunmaktan başka ne denir? O eski Hitit atasözünün dediği gibi: "Ekmeği yiyeceksiniz, suyu da içeceksiniz." 

Günü kurtaracak tek seyahat Pluto'daki halüsinojenik kalp biçimli ortam belki, ama U+2192.svg Hogwarts'tan Shire'a, kurmaca olmakla birlikte ziyaret edilebilecek elli yerin listesi burada. Üzerine, Anne Frank'tan Viktor Frankl'a, Coco Chanel'den Mahatma Gandhi'ye uzanan, dünyanın gelmiş geçmiş en etkin insanları; bir liste... Bir liste yapmak için bir anket yetiyor, bilmem anlatabildim mi? 

Dizi izleyecek haliniz var mı ya da ilginizi çeker mi bilmiyorum, ama U+2192.svg Orange is the New Black'te yer alan tüm edebiyat göndermeleri. Üzerine, New York Halk Kütüphanesi çalışanları tarafından derlenmiş, Mad Men'de okunan kitaplar listesi.  Bu çağda unutmak kolay, ama siz hatırlayın: Kitap>Dizi. Son olarak, kitaplara konu olan yol maceralarının ABD odaklı haritası.

Kapanış görseli Cağaloğlu Yokuşu'nda bir kelepirciden geliyor; kitaplar bahane, rüzgar gülü şahane.






9 Temmuz 2015 Perşembe

Başka


“Oldukça tasasız bir yaşam sürdürüyorsun, öyle değil mi?” diye devam etti Everhart. “Limanlarda hovardalıklar, sonra tekrar deniz ve bu şekilde...”
“Doğru.”
“Toplum içine kök salmak gibi bir derdin hiç olmamıştır herhalde.” 
“Bir kez denedim, senin söylediğin gibi kök salmaya çalıştım... Bir karım vardı, çocuk bekliyorduk, işim garantiydi, evim vardı.” Wesley bir an duraksadı ve acı hatıraları birasından koca bir yudum alarak bastırdı. Sonra konuşmaya devam etti: “Çocuk ölü doğduktan sonra ayrıldık, vesaire: Kendimi yollara vurdum, tüm Amerika’yı dolaştım, sonunda gemilere kaçtım.”
Everhart içtenlikle dinliyordu ama Wesley söyleyeceğini söylemişti.
Bill, “Pekâlâ,” diye iç geçirip bara vurdu, “otuz iki yaşındayım ve tuhaf bir biçimde kendimi özgür, şanslı hissediyorum ama dürüst olmak gerekirse mutlu değilim.” 

“Ne olmuş yani!” diye çıkıştı Wesley. “Mutlu olmak yerine göre iyidir, tamam, ama öncelikli olan başka şeyler de vardır.”

(Jack Kerouac, Deniz Benim Kardeşim. Çeviren: Garo Kargıcı.)

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Yak!


Kafka kime, nereye ait? Bu çetrefilli meseleyi burada defalarca yazdım daha evvel, fakat yeni gelişmeler mevcut: 30 Haziran tarihli gazete haberlerine göre, Eva Hoffe'nin talepleri yine reddedildi ve Kafka'nın elyazmaları İsrail Ulusal Kütüphanesi'ne gönderildi. Belgeler, Kafka'nın yakılmaları hususundaki talimatını dikkate almayan dostu Max Brod'un eliyle İsrail'e gelmiş, ölümünden sonra sekreteri Esther Hoffe'ye ve Esther Hoffe'den sonra da kızlarının eline geçmişti.

Bu hazin ve dehşetli hikayeyi hatırlamak için önce buraya, sonra buraya, sonra buraya, en son da buraya buyrun.

İşin tuhafı, el yazmalarının İsrail'e mi, Çek Cumhuriyeti'ne mi, yoksa Almanya Kültür Arşivi'ne mi ait olduğu tartışılıp duruyor ama kimse, Kafka'nın vasiyetinden bahsetmiyor, sanki yazar, arkadaşından yazdığı şeyleri yok etmesini rica ederken aslında bu isteğin yerine getirilmeyeceğini biliyormuş gibi bir kanı hüküm sürüyor. Söz konusu el yazmalarının yok edilmesini savunduğumdan değil, bir yazarın mirasının bunca kişi, kurum ve devlet tarafından paylaşılamaz hale gelmesini dokunaklı bulduğumdan altını bir daha çizmek isterim: Kafka'nın talimatının, bu istekten bihaber Gestapo tarafından yerine getirilmesi ve sevgilisi Dora Diamant'a bıraktığı defterlerin Nazilerin eliyle yakılmış olması, insana dokunmuyor mu?

Hayat...

(Görsel Londra'dan, sokak, inşaat ve bir kuş hayali...)

7 Temmuz 2015 Salı

Rüya



Dün kaldığımız noktadan devam:

Yazma biçimim gerçekten de rüya görmeye epey benziyor. Çoğu yazar için yazı denetim ile alakalı olmalı, öyle sanıyorum. Yazdığında bahsettiğin unsurları sen denetliyorsun; hikayenin akışını, kahramanların kaderlerini, hava durumunu, bunları sen denetliyorsun. Fakat ben söz konusuysam eğer yazı denetimi elden bırakmanın, bilinçaltıma bağlanmanın bir yolu oluyor. Bu yüzden, yazdığım sırada, rüyadaymışım gibi hissediyorum. 

Hikayeyi anlatırken yarı edilgenim ben; hikaye kendini ortaya koyuyor.

(Nasıl yazdığına dair, yanıtlanması imkânsız bir soruya yanıt, pek sevdiğimiz Etgar Keret'ten geliyor: Rüyadaymış gibi! Rüyalar anlatılmaz, anlatılan rüya olmaz, değil mi? Cümlemize berrak rüyalar diliyorum, aslanları bol olsun. Aslan demişken, görseldeki, Sabancı Müzesi'nin bahçesinde yaşıyor.)




6 Temmuz 2015 Pazartesi

Başlangıç


Çağa özgü bir durum olsa gerek, yazar söyleşisi diye başlı başına bir fenomen mevcut, dikkatinizden kaçmamıştır... Kitapları yazarla beraber çıkılan bir yolculuk, yazarın eşliğinde bir deneyim olarak değerlendiren bir düzlemde, yazar sesinin metne eşlik etmesi, hatta okura kitap ile ilgili tüyolar vermesi çok da şaşırtıcı değil; yazar, tıpkı yarattığı kahramanlar gibi, söyleşilerle bu defa kendini "kurgulayan" bir kahraman, kitapla okurun arasındaki kapının başındaki ev sahibi, ya da başlı başına bir yıldıza dönüşüyor. Bir şarkıcıya ses tekniğini nasıl geliştirdiğini, bir kompozitöre günlük rutinini, bir ressama hangi şartlar altında çalıştığını soran pek çıkmıyor belki ama yazarlar, cevabı muğlak kalmaya mahkum bir soruya maruz kalıyor genelde: Nasıl yazıyorsunuz? Bir doktorun hastasına nasıl yaklaştığı, bir tesisatçının tıkalı boruları hangi teknikle ele aldığı kimsenin ilgisini çekmiyor ya da bir heykeltıraşın gününü hangi alışkanlıkları etrafında geçirdiği mevzu edilmiyor ama yazar, yazı ile olan ilişkisini bir noktada anlatmak, sadece ne yazdığını değil, nasıl yazdığını da açıklamak zorunda: Bilgisayar kullanıyor mu yoksa el yazısı mı tercih ediyor? Sabah saatlerinde mi çalışıyor yoksa akşam vakitlerinde mi "verimli" oluyor? Tıkandığı zaman ne yapıyor? Yazdıkları bir yana, hangi kitapları okuyor? Bir ressam niçin resim yaptığı gibi yanıtlanması mümkün olmayan bir soruyla asla karşılaşmazken yazarların bu hususta beyanatlar vermesi, hiç yadırganmıyor.

Uzun bir girizgah oldu bu; ama yadsınacak gibi değil, artık (nicedir) yazarların kendi hikâyeleri de anlatıya dahil. Anlatının ne ortaya koyduğunu irdelemek bir başka zamana kalsın, bu hafta başı yazısını gelmiş geçmiş en saçma yazar söyleşilerinden birinden bir alıntıyla, George Plimpton'ın zamanında Ernest Hemingway ile yaptığı Paris Review söyleşisinden bir kesitle noktalayalım:

S: Yazar olacak biri için en doğru entelektüel antrenman sizce nedir?

C: İyi yazmak ona son derece zor geldiği için gidip kendini assın mesela. Sonra, merhametsizce ipi kesilsin ve kendi kendini yaşamının sonuna değin elinden geldiğince iyi yazmaya zorlasın. Hiç değilse kendini asma hikâyesi olur elinde, bir başlangıç yapmak için.

Merhametli haftalar dileklerimle.

(Görsel: Subodh Gupta'ya ait bir işten, yer: Frankfurt Modern Sanat Müzesi. Zincirler kırılsın...)



3 Temmuz 2015 Cuma

Çekiliş

Çekilişe gelen yanıtlar pazartesi günkü yazının altında; kazananlar ise şöyle:

info@sirenyayinlari.com'a bir mesaj atıp adresinizi, telefonunuzu ve tam adınızı bildirirseniz Dave Eggers'ın Hızımızı Tadacaksınız'ı ile Jonathan Safran Foer'in Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın'ı kapınıza gelecek.

Tüm katılımcılara teşekkür ederiz.

2 Temmuz 2015 Perşembe

Hikaye



Geçen ayki (Haziran) IAN Edebiyat'a, PEN'in Düşünce Özgürlüğü Ödülü'nü ve Charlie Hebdo krizini yazdım, buyrun bir kesit:

...

“Yazarın ya da herhangi bir içten aydının sorumluluğu, hakikati anlatmaktır.”[i]

Hangi hakikat? PEN eksenindeki Charlie Hebdo tartışmalarına bakılırsa sorunun yanıtı, cevapları arayanların kimliğine, söylemine, dünya görüşüne göre değişiyor şimdi. Bugün çeşitli internet siteleri,[ii] Charlie Hebdo’nun karikatürlerini kültürel bağlamda açıklamaya çalışan platformlar hazırlayarak “esprileri” neşter altına yatırıyor ve derginin mizahının “yanlış” anlaşılmasının önüne geçmeye çabalıyor; bütün bu kaosun -en hazin değilse de- en ironik yanı bu belki de: esprilerin açıklanması gerekmesi. Kim bilir, belki tarihin yükü, herhangi bir anlatıya ya da paylaşıma aynı ufuklardan bakılmasına izin vermeyecek denli ağır halde... Yoğun güvenlik önlemleri altında yaşadığı evinde bir söyleşi veren ve “Karikatürlerin eskisi gibi sorumsuz olabilmelerini diliyorum” diyen Hebdo çizeri Luz’un PEN’in törenine katıldıktan kısa süre sonra dergiden resmen ayrıldığını ve karikatür çizmeyi bıraktığını açıkladığını da göz önünde bulundurursak, varabileceğimiz tek bir uzlaşı zemini olabilir: Bunca kan, bunca acı, bunca farklı hikayenin ışığında beraberce gülebileceğimiz, üzerinde uzlaşabileceğimiz bir hikaye kalmadı belki de – zira artık herkesin hikayesi kendine.


...


[i] Chomsky, Noam. Yeni Dünya Düzeninde Yalanlar ve Gerçekler. Çeviri: Selen Göbelez. Chomsky, paragrafın devamında “önem taşıyan konulara ilişkin hakikat arayışının” ve bu hakikatin “doğru hedef kitleye anlatılmasının ahlaki bir zorunluluk olduğunu” ve bunun, kimileri için kişisel olarak pahalıya patlayabileceğinin altını çiziyor.
[ii] bkz. www.understandingcharliehebdo.com

(Görselde, Londra'nın Brick Lane semtindeki caminin arka duvarında yer alan bir posterden ayrıntı yer alıyor.)

1 Temmuz 2015 Çarşamba

Melankoli

...

Delicesine yazıyor olmama şaşırabilirsin. Tam şu anda üç roman yazıyor, üstüne bir de devasa bir günlük tutuyorum. Ve okuyorum! Çılgıncasına okuyorum. Yapacak başka bir şey yok. Geriye kalan şeyler pek de ilgini çekmediğinde yapılabilecek şeylerden biri de budur, yani, artakalanlar pek de dişe dokunur olmadığında. Tüm hayatım boyunca bu tarz şeyler yapmak niyetindeyim. (...) Günlüğümden bir cümle: "Hepimiz, gezegenler gibi tıpkı, kendi melankolik atmosferlerimize tıkılıp kalmış bir şekilde, ortak fakat uzak arzumuz güneşin etrafında dönüyoruz." 

Çok iyi değil belki, ama bu cümlemi çalarsan, bir değişiklik yapar ve seni gerçekten gebertirim. 

(Mektuplar: Jack Kerouac - Allen Ginsberg. Derleyenler: Bill Morgan & David Stanford; çeviren: Seda Ersavcı. Alıntı, Kerouac'ın Ginsberg'e yazdığı 23 Ağustos 1945 tarihli mektubundan: Yapacak başka bir şey yok gerçekten!)