Burada da alıntıladığım bir söyleşide yönetmen Wim Wenders, graffitinin korkunç bir illet olduğundan, şehir sokaklarının sloganlara bulanmış olmasının dehşetli bir vandalizm ortaya koyduğundan vs. bahsediyordu, belki hatırlarsınız... (Esas derdi, filminin arka planını denetleyemiyor olmaktı.) Ben, kendi adıma, şehirlerin duvarlarına atlayan sanattan haz duyuyorum ve bu eserlerin doğrudanlığından, kurumsallaşmaya karşı anonim tavrından vs. etkileniyorum. Londra'da, henüz bir yıl önce karşısında durup nefesimi tuttuğum duvarların bir çoğunda başka işler, başka şeyler vardı mesela; zamanla sürekli gelişen, değişen ve dönüşen şehir panoraması sokak sanatını da kapsamaktaydı. Öte yandan, bir yıl önce şuursuzca bir sokak yanından geçmiş olduğum ROA imzalı dev kirpiyle bu defa karşılaştık - o zaten şaşkındı, ben ondan daha şaşkın... (ROA, sokak duvarlarına şehir sakinleri arasında olan ama çoğu zaman insanların gölgesinde pek görünmeden yaşayan hayvanları/kemirgenleri vs. resmediyor; ilginizi çekerse buradan inceleyebilirsiniz. Şurada da yine çok çarpıcı bir Thierry Noir derlemesi var; belgesel niteliğinde.)
Her neyse, başlı başına birer ilham kaynağı olduğunu düşündüğüm bu çok sesli duvarlardan bazı kareler aşağıda, fakat arşiv o denli genişledi ki fotoğraflar için bir tumblr sayfası açacağım bir ara, notunu düşerim.
Aşağıda donklondon, cernesto, Zabou, Stik ve Mr. Fahrenheit'a ait birtakım bir şeyler ve tabii bir de konuşan bir şehir var, mırıldanan, bağıran, anlatan - hikayeyi çıkarsamak, her zamanki gibi, okura düşüyor.
İyi haftalar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder