Dediğim gibi, bu satoriye nasıl ulaştığımı bilmiyorum ve tek yapabileceğim, en başından başlayarak anlatmak, işte, belki o zaman aradığım yanıtı hikayenin can damarında bir yerlerde bulabilir ve mutlu mesut sonuna varabilirim, sırf muhabbet olsun diye hikaye anlatmak edebiyatın bir başka (ve benim en sevdiğim) tanımıdır, muhabbet olsun ya da dini bir ders çıkarılsın, gerçek dünyaya dair dini değeri olan bir şeyler öğretilsin diye, kaldı ki (burada olduğu gibi) edebiyatın o gerçek dünyayı yansıtması gerekir.
Bir başka deyişle -bunu da söyledikten sonra konuyu kapatacağım- şöyle olsaydı ne olurdu ACABA diye gelişen uydurmaca öykülerle romantik anlatılar, çocuklara ya da hasta, yaralı, akşamdan kalma veya çıldırmış oldukları anlarda aynaya bakmaktan korkmakla kalmayıp kendileriyle bir kitapta
karşılaşma olasılığından da çekinen beyinsiz yetişkinlere göredir.
(Paris'te Satori, Jack Kerouac. Çeviren: Zeynep Akkuş. Kerouac, hakikat diye haykırıyor.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder