Geçtiğimiz haftalarda, Massachusetts'in Lowell kasabasındaki bir binanın yıkımına karşı koymak için tezgâhlanan masum bir oyundan bahsetmiş, söz konusu bina hakkında yayılan söylentilerin yarattığı kamuoyu sayesinde yıkımın engellendiğini belirtmiştim. Bu hafta benzer bir hadiseyle ilgili epey kıyamet koptu, fakat olay farklı cereyan etti: Ray Bradbury'nin 2012'de hayat veda edene değin yaşadığı ev, ünlü bir mimar tarafından satın alındı ve evin müzeye dönüştürülmesi yönünde temenniler dile getirildiği sırada yıkımı gerçekleşti.
Bradbury'nin yazarlık hayatının ileri yıllarında yaşadığı ev, 1937 yılında inşa edilmişti. Özel mülk olmasından dolayı ne satışı ne de yıkımı engelleyecek herhangi bir kısıtlama söz konusu değildi, fakat süreç dahilinde yayılan haberlerin yansıttığı kafa karışıklığı, bana sorarsanız, evin akıbetinden daha enteresandı. Tartışmacılar ağırlıklı olarak ikiye ayrılıyordu; pragmatist bir grup yazarın esas mirasının kitapları olduğunu, yazarların bir zamanlar yaşadıkları evlerin ayakta tutulması temennisinin anlam taşımadığını belirtirken diğer grup romantik bir nostalji ısrarıyla evin değerinin içinde yaşamış olan yazarla katlandığını ve dolayısıyla herhangi bir mülk gibi yıkılmasındansa yazarı onurlandıracak bir müze, vs. olarak değerlendirilmesi gerektiğini iddia ediyordu. Bunların dışında dünyaya her nedense acar bir müteahhitin gözlüğü ardından bakan kimileri, yeni mülk sahibinin bu devirde elbette ki 'sadece üç yatak odası' olan bir evi yıktırıp yeniden yaptırması gerektiğini söylerken kimi aklı evveller, Bradbury'ye gönderme yaparak espriler savuruyordu, mesele şöyle şeyler: "Önce Ray Bradbury evleri için geldiler, sesimi çıkarmadım çünkü Ray Bradbury evi değildim."
Kopan kuru gürültünün, evin akıbetinde etkin olması için artık çok geç, olan olmuş zaten. Ama yazarın geride bıraktıklarının sadece eserleri, okurları ve yaşam alanından ibaret olmadığı, dünyayı da ardında bırakmış olduğu düşünülürse, yıkımın sonrasında karşımıza çıkan gerçekten enteresan bir manzara. Yorumları okurken, tamamen farklı bir bağlamda olsa da Emek sinemasının yıkımı gündeme geldiğinde "Yıkılsın, zaten koltukları gıcırdıyordu," minvalinde beyanlarda bulunarak avuçlarını ovuşturan işgüzarları anımsamadan ya da Kaymakçı Pando'nun kapanışını milli bir felaket veya aksine, bir intikam/sevinç vesilesi olarak değerlendirenleri düşünmemek elde değil - bir yazarın mirasçılarına bıraktığı özel mülkün akıbetiyle bir semtin dokusuna müdahale arasında farklar mevcut elbette, her şeyi birbirine karıştırmanın alemi yok, fakat bahis konusu tartışmada -hatta, belki belki, şu içinde yaşadığımız meşum çağda- her şeyin birbirine karıştığı gayet açık. Her problemin çözümü basit olamaz nihayetinde; bu da, zamanımızın illetlerinden olsa gerek, müzmin, devası olmayan bir kafa karışıklığı, her şeye eşlik eden iflah olmaz bir parazit, bitimsiz kuru gürültü... Her şeyi karıştırmaya kadir ve her yeri sarmış vaziyette, dikkatli olmak gerek.
İşin bir diğer enteresan tarafı, konuyla ilgili haberlerde görüşüne yer verilmeyen başrol oyuncularından birinin, evi satın alıp yıktıran mimar (architect olarak değil starchitect diye geçiyor, dikkatinizi çekerim, bir tür megastar) Thom Payne'in görüşüne, basın organlarında değil de yalnızca Melville House'un blogunda yer verilmesi sanıyorum. Blog yazarı, çıkan haberleri gördükten sonra mimara mesaj atarak konuyla ilgili açıklama istediğini belirtmiş ve Payne'in, evi yıktırsa da sokaktan görülebilecek bir noktaya Bradbury için andaç niteliği taşıyacak bir duvar yaptıracağını öğrenmiş. Yazıya göre Payne'in yaptıracağı yeni yapının diğer hiçbir unsuru, sokaktan görülmeyecekmiş. (Yeraltı mahzeni yaptırmıyorsa lakabını hakkeden süperstar bir mimar söz konusu olabilir, bilemiyorum. Yazıda evimiz 'sıradan bir ev değil, doğayla dost bir bahçe olacak' da demiş ve ne demek istediğini anlamak gerçekten mümkün değil.) Kendini bir Bradbury hayranı olarak niteleyen mimar, söze şöyle devam etmiş: "Onunla konuşabilmek gerçekten hoş olurdu. Dünya görüşümüze dayanarak güçlü bir bağ kuracağımızı hissediyorum - çağdaş olmanın ne anlama geldiği hususunda. Neye yarar bilmiyorum ama benim içim rahat."
Ne diyorduk, bu devirde, hangi cephede yer alırsanız alın fark etmez, yeter ki içiniz rahat olsun.
İyi haftalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder