Bu makaleyi gazetenin merkezinde değil, arka bahçemdeki kulübede kaleme alıyorum. Kulübenin penceresine bir çarşaf örttüm çünkü sabah güneşi camlardan içeri dolarak gözlerimi kör ediyor. Ben de gri bir çarşafa bakıyorum bu yüzden; çarşaf iki noktasından duvara çivili ve ortası kocaman, gri bir gülümsemeyi çağrıştırarak aşağı sarkıyor. Leş gibi bu çarşaf üstelik. Kulübe de leş gibi. Buraya bir hafta boyunca uğramasam ormandaki hayvanlar gelip yuvalanır. Ve onlar da, ilkin ortalığı toparlar.
İşte, günde yedi-sekiz saatimi burada geçiriyorum. Günde yedi veya sekiz saat boyunca yazmaya çalışıyorum. Bu zamanın çoğunda öylece duruyorum - yani yazma pozisyonunda oturup ekrana bakıyorum. Ortalama olarak bir saati buluyor yazdığım asıl süre. Berbat, akıl almaz bir ortalama bu.
Bu hayat, bir zamanlar benim -ve başkalarının- hayalini kurduğu yazarlık yaşamıyla bağdaşmıyor. Nedense daha hareketli olacağını düşünürüz. At sırtındaymış gibi... Deve sırtında belki? Üstü açık arabalar, rüzgârın delice estiği tepeler, deniz fenerleri hayal ederiz. Bunca saatin oturmakla geçeceğini düşünmeyiz - ya da ben düşünmezdim. Naif görünmek pahasına da olsa, diyelim kayak yaparken yazı yazabileceğimi hayal ettiğimi söylemeliyim. Ama yine de... Bu işin doğasındaki yerleşik durum/hareketsizlikten her gün rahatsız oluyorum. Şu anda bundan rahatsızım.
(Dave Eggers, Washington Post'un 'Nasıl Yazıyorlar?' serisi kapsamında kaleme aldığı makalede, önce yazarların yazarlık tavsiyesi vermeleri hadisesine saydırıyor, sonra yazarken masa başında oturarak geçen zamandan dem vuruyor. On maddelik listeler kadar pratik değil belki ama gerçekçi, fazlasıyla gerçekçi... Rahatsızlıklarıyla yaşayan tüm ruhlar için geliyor: Eggers'ın Kral için Hologram'ı, çok yakında kitapçılarda.)
Eggers'in tüm kitaplarını severek okumuş biri için güzel bir haber olabilir mi?
YanıtlaSilBundan güzel bir haber olabilr mi tabiî?
YanıtlaSil