12 Eylül 2017 Salı

Güven




Mantar sever misiniz? Karanlık ve ıslak ortamları tercih eden, yüz binden fazla türü olan bu “ilkel” oluşumlar, kimi zaman şirin görünümleriyle bize cazip gelir: Çıkarılacak ders bellidir; görünüşe aldanmamak, her duyduğumuza inanmamak gerekir.

Shirley Jackson’ın Biz Hep Şatoda Yaşadık romanı, her gördüğümüze ve her duyduğumuza inanmamamızı öğütlercesine yazılmıştır ve karşımıza, küçük bir kız görünümde güvenilmez bir anlatıcı çıkarır… Ama o bile, şüphe duymamızı gerektirir, zira anlatıcımız, küçük bir kız tınısına sahip olsa da aslında on sekiz yaşındadır, hiç değilse romanın başlangıcında bize öyle demiştir ve nedense, köygöçüren mantarını sevdiğini eklemiştir.

Hayaller gerçeklere, zehirler zevklere usulca karışır; yaşamın akışı böyledir. Küçük bir kız -öyle midir?- bizi yanıltıyor, şirin bir kasabanın ahalisi -öyle midir?- sonumuzu hazırlıyor olabilir. Neyin ne olduğunu tam olarak bilmek için biraz sağduyu, biraz da altıncı his gerekir… Gelgelelim beyin ve bağırsaklar, her zaman güvenilir çıkarımlara varmamızı sağlamayabilir. Öyle midir diye sorup dursak dahi, nasıl olduğunu bilemediğimiz vakidir.

Güven denen şey aydınlıkta büyüyenler, hayatın dehşetleriyle sınanmayanlar içindir. Diğer herkes için kargaşanın kuralları geçerlidir... Ormanların karanlıklarında neler büyür? En dehşetli korkular açık havada değil, zihnin koridorlarında yürür.

Shirley Jackson’dan Biz Hep Şatoda Yaşadık, zihnin inşa ettiği yapıların tamamını sarsacak nitelikte bir roman. O sarsıntılar ki, anlatımların ve anlatıcıların söylemlerine bütünüyle kuşkuyla yaklaşmanızı sağlayacak, dünyanın karnındaki tekinsiz fay hatlarını size duyumsatacak. Dünya türlü çorap öredursun, burada iki kız kardeş kendi şişlerini kendi oynatacak, kendi kumaşlarını dokuyacak.

Mantar sever misiniz? Çayın yanında ne arzu edersiniz? 

(Görsel: Ernst Haeckl.)
-->

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder