14 Eylül 2017 Perşembe

Burası


Mesken tuttuğumuz bu dünyadaki kozmolojik anlatılarının pek çoğu, bir başlangıç noktasını esas alır: “Önce söz vardı,” “önce ışık vardı,” “önceleri her şey bir toz bulutundan ibaretti…” İnançlar ve kültürel aidiyet uyarınca anlatılar değişse de kendi hikâyemizin temelinde yatan müşterek bir başlangıçta anlaşabileceğimizi sanıyorum: “Önce mekân vardı.” Önce mekân vardı ve insanî faaliyetin tohumları orada atıldı. Kim olduğumuz sorusunun cevabı mesken tuttuğumuz yerler ile, mesken tuttuğumuz yerlerin çehreleri bizim kim olduğumuzla zaman içinde iç içe geçti, bizler yerleştikçe mekân, -insan hayatını dönüştürür ve insan tarafından dönüştürülürken- pek çok hikâyeye zemin olageldi. Hafızanın kırılganlığına kafa tutmak ve kendi varlığımızı meşru ya da anlamlı kılacak yer/ mekân anlatıları yaratmak, biz insanlara özgüydü ve mağara resimlerinden yazıtlara, sokak isimlerinin yazılı olduğu tabelalardan anıtlara değin insanın elinin değdiği her yere, bu anlatıların gölgesi düşüyordu. İnsan, ayaklarını basacağı sağlam bir yere muhtaç olduğu kadar anlatacağı ve dinleyeceği hikâyelere de muhtaçtı.


(...)

(K24 için bir mekân yazısı yazdım: bağlantı için buraya. Görsel, yazıda da bahsi geçen Richard McGuire'ın Here'inden.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder