“Kırıldıkça
açılır, kırıldıkça yeniden başlar insan, işte bu önemlidir.”*
Yumurtalığa
düştüğü andaki kırılmadan bir sonrakine, doğumdan meçhule
uzanan bir yaşam dökümü... Henry Miller, Oğlak Dönencesi’nde dünyaya
savruluş öyküsünü, medeniyet denen utanç panosunun üzerine insan mozaikleri
işleye işleye işleye anlatıyor. Kırılmalar, öyle temel ki yaşam tecrübesinde,
ardı arkası gelmiyor. Bitimsiz bir döngü bu; yaşamak için verilen savaş - hüzün
ile sevinç, haz ile hezeyan arasında gidip gelen bir trans hali.
Arka planda iki
büyük savaşın arasında, ‘gelişim’in kucağında bir Batı medeniyeti; kapitalist
anlayışın dörtnala koştuğu, gıdım gıdım yontulmakta olan New York şehri. Burası
Amerika, ‘özgürlükler ülkesi,’ ama karnınız açsa şayet, özgürlükten vazgeçip köleliği kabul etmeniz gerekecek. Vitrinde ışıkların altında pırıl
pırıl parlayan şey her ne ise bir hayalden ibaret ve hayaller, ekonomiyi
şahlandıracak dinamonun dişlileriyle kol kola girmiş, öğütecek yaşamların peşine
düşmekte. Medeniyet dedikleri savaş, kölelik ve beton yaratan bir düzenden
fazlası, kendi çocuklarını yiyen bir Tanrı’dan başkası değil ve görmek için
gözlerinizi açık tutmanız yeterli gelecek.
Yumurtalıktan
mezara, siperlerden meydanlara, kasıklardan zihne uzanan bir mücadelenin öyküsü
Oğlak Dönencesi.
Çarklara karşı,
bir başına.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder