İlk durak
yumurtalıksa şayet, dünyaya gelişin temel ilkesidir dişilik. Miller’ın
yumurtalıklardan başlattığı hayat serüveni, bir kadından diğerine uzanarak
ilerliyor; hepsi bir ve hepsi farklı. Paris Söyleşileri’nde bu konudaki bir
soruya yanıt verirken cinsellik üzerine bir otorite gibi algılanmaktan ne denli
sıkıldığını, herkesin yaptığı bir şeyi olduğu gibi yazmak dışında bir şey
yapmadığını belirtiyor Miller. Büyük A ile aşka dair bilmediği pek çok şeyin
olduğunu söylüyor; cinselliği varoluş cehennemine savrulmuş, alın yazısını
gerçekleştirmekten aciz insan için büyük bir avutucu olarak gördüğünün altını
çiziyor. Tabii bu, cinselliğin tadını çıkartmasına engel değil... Gerçek
hayatta onu darmadağın eden June’a tekabül eden Mona karakteri ile ilişkisi,
Oğlak Dönencesi’nde dolaylı olarak ve sembolist bir yaklaşımla resmediliyor;
siyah bir yıldızın altında birbirinin teniyle beslenerek tükenen ve birleştikçe
uzaklaşan iki biçare. Gerisi alışverişten ibaret; birtakım kadınlar ve birtakım
adamlar, bir ucunda doğumun diğer ucunda mezarın olduğu yaşam adlı nehirde
rastlantısal kavuşmalar ve ayrılıklar. Siyah yıldızın altında olan bitenler, salt
cinselliğin kapsayamadığı bir mücadeleyi ortaya koyuyor, öyle ki tasviri,
mekanik olanın ortaya konmasından katbekat zor.
Bengi dişilik, ki
yaşamın temel ilkesidir, Goethe’ye göre insanları cennete yükseltecek şeydir...
Miller’ın anlatımında bu yalnız, kusurlu, hasarlı ve muhteşem dünyadan öte ne
bir cennet ne de bir cehennem var oysa, bengi dişilik onu buraya savuran temel
ilke ve gerisi girdaplara karşı verilecek türlü mücadeleden başka bir şey değil.
“... cinsellikle
ilgili tartışmaların ölümünü, evet, istiyorum! Gına geldi!” *
(Paris
Söyleşileri, Henry Miller & G. Belmont. Çeviri: Özdemir İnce. Simavi
Yayınları, 1991. Görselde La Mona; mimar Armando Munoz Garcia'nın Tijuana'da inşa ettiği kadın bedeni içinde yer alan yapı.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder