2016’ın ilk
günlerinde parlak bir yıldız kaydı, geriye sevenlerine illa ki bulaşan tozu
kaldı: 8 Ocak’taki doğum gününde Black Star adlı yeni bir albüm çıkaran David
Bowie’nin, bundan birkaç gün sonra -sesi tüm dünyada yankılanır, albümde de yer
alan Lazarus (!) adlı şarkısıyla aynı adı taşıyan müzikalinin Broadway’de
sahnelenmesi vesilesiyle posterleri New York şehrinin duvarlarını kaplarken- hayata
veda ettiği duyuruldu.
Sanatçının
gizlediği hastalığından bihaber olanlar için ani ve şaşırtıcı bir ölümdü bu;
anlatıda yeni bir dönemeç alınacağı zannedilirken konan nihai nokta. Oysa
taşlar, haberin duyurulmasından kısa süre sonra yerine oturmaya başlayacak,
yeni albümün sanatçının kendi yok oluşuna yaktığı bir ağıt niteliği taşıdığı
anlaşılacaktı. Bir vedaydı bu; sanat yaşamını değişim ve dönüşüm üzerine inşa
etmiş bir vizyonerin kendi anlatısına kendince biçim verme, sekteye uğramasına
zemin tanımama girişimi – meşum bir hastalığa boyun eğip hikayenin sonunu ona
teslim etmektense onu bekleyen ölümü kendi estetiğine yedirme hamlesi...
Listelerde bir numara olan Black Star’ın (Kara Yıldız) bir tür kanser lezyonunu
betimleyen terim olmasından tutun şarkı sözlerinde geçen, “Yukarıya bakın,
göklerdeyim,” dizesine varana değin hikaye, ölümün ışığında yeniden okunmakta
ve anlaşılmaktaydı şimdi: Sanatçı, kendi hakikatini, anlattığı hikayede
doğrudan ve dolaylı biçimlerde ortaya koymuş, belki de, yaklaşan ölümüyle böyle
baş etmişti. Ardında sanat yaşamıyla bağdaştırmayı başardığı şairane bir ölümün
gölgesini bırakan Bowie,[ii]
bunlar konuşulduğu sırada gizli bir törenle yakıldı ve küller, küllere dönüştü.
Belki
tesadüfiydi, belki tam da böyle olmasını istemişti: Gelgelelim Bowie, pek az
faninin yapabildiği bir şeyi yapmış, yaşam öyküsünün sonunu kendi mitolojisinin
bir parçası haline getirmeyi başarmıştı. Bu ölümün ışığı yahut gölgesinde yıldızlar
gerçekten de farklı görünüyordu; öyle ki Mars yakınlarında bulunan ve dış
hatları çakan bir şimşeği andıran takımyıldıza onun adı verildiği yolunda bir
haber yayıldı, fakat ardından yalanlanarak uzayda Bowie’nin adını taşıyan
yegane şeyin bir asteroid olduğu söylendi.[iii]
Öyle ya da böyle Bowie, yıllar boyunca kurguladığı anlatının ölümün sakilliğiyle
yıkılmasına izin vermemiş ve insanlığın onca zamandır bakıp düş kurduğu aleme ebediyen
çekildiği izlenimini perçinlemişti.
Efsanelerden
inanışlara, kitaplardan şiirlere hatta dile ilham kaynağı olmuş, nice hayalcinin
yegane sığınağı gökyüzü, sadece Bowie’nin damgasını taşımıyordu elbette. Bu
esnada bir grup sanatçı ve bilim adamı, bu yılın ikinci yarısında Ay’a
gönderilecek bir “kargoyu” hazırlamakla meşguldü. Lowry Burgess yönetimindeki
MoonArk ekibi, uzaya gönderecekleri bu zaman kapsülünün içine biraz parfüm, genetiğiyle
oynanmış bir keçinin DNA’sı, ekipten birinin aile fotoğrafları gibi şeylerin
yanı sıra bir tüpün içine yerleştirilmiş, kimliği açıklanmayan otuz üç
sanatçıdan alınmış kan örneğini yerleştirmeyi tasarlıyordu. Projenin lideri
Burgess, bu işe şiir yazarcasına yaklaştıklarını ve her bir objenin “tınısının”
birbiriyle kaynaşarak uzayda yankılanacağını söylemekteydi. Oysa gerçekler,
MoonArk ekibinin hayallerinden biraz daha farklıydı: Neil Armstrong’un “insan
için küçük, insanlık için dev” adımını atmasının ardından bugüne değin Ay’ın
yüzeyinde on kişi yürümüş, insanlığa onca zamandır ilham veren bu kaya
parçasının üzerine beş Amerikan bayrağı dikildiği gibi yüzlerce dışkı torbası
bırakılmış, uzay aracı enkazlarının sayısı yetmişi bulmuştu. Ay, insan çöpüyle
kaynıyorken, “insan ayak izinin ötesine uzanma” arzusuyla “anlamlı nesneler”
derlemekle uğraşan sanatçılar, en hafif deyişle muhtemelen boşuna yoruluyordu.
Hakikati hayaller ile bağdaştırma hususundaki istisnalar bir yana, hakikat öyle
kolayca eğilip bükülmez[iv]
ve çoğu zaman, kurmacaya galebe çalmayı becerirdi.[v]
[i] Dyer, Geoff. Bir Hışımla. Çeviren: Seda Ersavcı.
[ii] Dönüşümü sanatının merkezine yerleştirmiş
olan Bowie’den ölüm bağlamında bahsetmek -bu ölüm her ne kadar özenle
kurgulanmış gibi görünse de- son derece güç. Öte yandan bu güçlük, sanatçının
yarattığı aura ile ilgili olsa gerek,
zira ölüm haberi karşısında sosyal medya, buna inanamadığını haykıran binlerce
mesajla kaynamaktaydı: Sanatçı, her nasılsa sevenleri üzerinde, fani olmadığı
yolunda bir izlenim yaratmayı başarmıştı. Anlatının gücü.
[iii] National
Geographic’in haberine
göre 2008’de keşfedilen bu asteroide David Bowie adı, ölümü sonrasında değil,
2015 yılının Ocak ayında verilmiş.
[iv] Yıllar, yıllar boyunca Ay’dan ilhamla
hikayeler yazan, inanışlar geliştiren, kozmolojiler kuran insanın buraya ayak
bastığında ilk yaptığı şeyin bayrak dikmek, ardından çöp atmak olması, hayaller
ve hakikat arasındaki mesafeyi tanımak açısından anlamlı kanımca.
[v] “Hakikat kurmacadan daha tuhaftır,
gelgelelim kurmacanın olasılıklara uygun ilerlemesi gerekirken hakikat için
böyle bir şey söz konusu değildir.” Mark Twain. (Ekvator Boyunca’dan.)
(IAN Edebiyat'ın Şubat 2016 sayısında yayımlanan yazının buradaki görseli, Bowie'nin Tommy Hilfiger için yer aldığı reklam kampanyasından.)
(IAN Edebiyat'ın Şubat 2016 sayısında yayımlanan yazının buradaki görseli, Bowie'nin Tommy Hilfiger için yer aldığı reklam kampanyasından.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder