26 Ocak 2016 Salı

Kayıp


Bir hayatın içinde yığınla ölüm vardır. Genellikle farkına varılmaz bunun; insanın sadece bir kez öldüğüne inanılır. Fakat kişinin her an, sürekli öldüğünü fark etmesi için olan bitene az biraz dikkat etmesi yetecektir. Şiirsel bir ifade değil bu. Ruh şöyledir, ruh böyledir demiyorum; bir gün biri karşıdan karşıya geçer ve bir araba tarafından ezilir, başka bir gün biri küvette uyuyakalır ve bir daha oradan çıkmaz, başka bir gün biri apartman merdivenlerinden yuvarlanır ve beyni dağılır; onu söylüyorum. Çoğu ölüm önemsizdir: Film devam eder. Farkına varılmasa ve etkileri hemen hissedilmese de her şeyin bambaşka bir yola saptığı durumlar dışında... 1928 yazında Manhattan’da ölmeye başladım ben. Tabii ki ölümlerimi benden başka fark eden yoktu; insanlar başkalarının afaki ölümlerini fark edemeyecek kadar meşguldür kendi hayatlarıyla. Ben fark ediyordum çünkü her ölümden sonra ateşleniyor ve kilo veriyordum. 

Bir gün önce ölüp ölmediğimi anlamak için her gün tartılırdım. Ve belki çok değildi ama ürkütücü bir hızda kilo kaybediyordum (gerçek kilomu hiçbir zaman tam olarak bilemedim.) Zayıflamıyordum ama. Sadece kilo kaybediyordum; sanki içim boşalıyor da dışım aynı kalıyordu. Mesela şimdi o kadar şişmanım ki göğüslerim var fakat 1,5 kilo ya var ya yokum. Kedi hesabıyla geriye bir buçuk ölüm hakkım kaldığı anlamına mı geliyor bu, bilmiyorum. Sanmıyorum. 

Sanırım bir sonrakinde temelli öleceğim. 

(Luiselli, Valeria. Kalabalıkta Yüzler. Çeviren: Seda Ersavcı. Görselde yer alan Karamel, blog yazarınızın ev arkadaşı...)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder