Amfi tiyatronun basamaklarında güneşlenirken aklıma arkadaşlarıma birkaç sevinç sözcüğü yazma düşüncesi geldi, özellikle psikanalist arkadaşlarıma. Üç kart yazdım; biri Fransa’ya, biri İngiltere’ye, biri de Amerika’ya. Kendilerini şifacı sanan bu yorgun beygirlere kibarca işlerini bir an önce bırakıp tedavi için Epidauros’a gelmelerini önerdim. Üçünün de şifa sanatına fena halde ihtiyacı vardı - kendilerini kurtarmaktan aciz kurtarıcılar. Biri kartım ona ulaşmadan intihar etti, öteki kartımı aldıktan kısa bir süre sonra kahrından öldü, üçüncüsü ise kısaca beni kıskandığını ve işini bırakacak cesarete sahip olmayı dilediğini yazdı.
Psikanalistler dünyanın her yerinde umutsuz bir savaş sürdürmekte. Tekrar hayat akışına kazandırdıkları, kendi deyimleriyle, “adapte ettikleri” her hastaya karşılık bir düzine insanı aciz
kılıyorlar. Hiçbir zaman herkese yetecek sayıda psikanalist olmayacak, onları ne kadar hızlı mezun edersek edelim. Kısa süren bir savaş yüzyılların emeğini yok etmeye yetiyor. Cerrahide yeni ilerlemeler kaydedilecek elbette, ancak bu ilerlemelerin ne kadar yarar sağlayacağını görmek zor. Bütün yaşam biçimimizin değişmesi gerekiyor. Daha iyi ameliyat gereçleri istemiyoruz, daha iyi bir hayat istiyoruz biz. Bütün cerrahlar, bütün psikanalistler, bütün hekimler işlerinden uzaklaştırılıp Epidauros’un koca çanağında bir süre bir araya getirilmeli; toplumun genelinin ivedi, zorlayıcı gereksinimlerini sükunetle tartışsalar yanıt hızla gelecektir, hem de oy birliğiyle: DEVRİM. Dünya çapında bir devrim; her ülkede, her sınıfta, bilincin her alanında. Savaş hastalıklara karşı değil; hastalıklar yan ürün sadece. Düşman mikroplar değil, insanın kendisi; gururu, önyargıları, aptallığı, kibri. Hiçbir sınıf bundan muaf değil, hiçbir sistem her derde deva ilaca sahip değil. Her birey kendine ait olmayan yaşam biçimine başkaldırmalı. Bu başkaldırı ancak sürekli ve kesintisiz olduğu takdirde başarıya ulaşabilir. Hükümetleri, efendileri, tiranları devirmek yetmez; kişinin doğruya ve yanlışa, iyiye ve kötüye, adalete ve adaletsizliğe dair kendi önyargılarını da devirmesi gerekir. Kazıp da içine kendimizi gömdüğümüz savaş siperlerini terk ederek açığa çıkmalıyız; kollarımızı açıp silahlarımızı, sahip olduğumuz şeyleri, bireysel haklarımızı, sınıflarımızı, ülkelerimizi, halklarımızı teslim etmeliyiz. Barış arayan milyarca insan köleleştirilemez. Dar, sınırlı hayat görüşümüzle köleleştirdik biz kendimizi. İnsanın hayatını bir davaya adaması olağanüstüdür, fakat ölüler hiçbir işe yaramaz. Hayat daha fazlasını talep eder - şevk, gönül, zekâ, iyi niyet. Doğa ölümün açtığı boşlukları onarmaya her zaman hazırdır, fakat zekâyı, iyi niyeti ve ölümün gücünü yenmek
için gerekli hayal gücünü sağlayamaz. Doğa onarır ve yeniler, o kadar. Sonsuz biçimlerde dallanıp budaklanan öldürme içgüdüsünü içinden söküp atmak insanın işidir. Güce güçle karşılık
vermek ne kadar anlamsızsa Tanrı’ya bel bağlamak da o kadar yararsızdır. Her savaş insan ruhu için bir yenilgidir. Savaş, sözde barış dönemlerinde bile, her gün her yerde olagelen çatışmaların dramatik biçimde muazzam bir göstergesidir sadece. Her insan kıyımın sürmesi yolunda kendi küçük katkısını yapar, ilgisiz gibi görünenler bile. Hepimiz içindeyiz, hepimiz katılıyoruz, zoraki olarak. Dünya bizim eserimiz ve eserimizin meyvelerini kabullenmek zorundayız.
Dünyanın iyiliğini, düzenini, huzurunu düşünmeyi reddettiğimiz sürece birbirimizi öldürmeye, birbirimize ihanet etmeye devam edeceğiz.
(Marousi'nin Devi, Henry Miller. Çeviren: Avi Pardo.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder