Blog yazmak tuhaf şey sevgili okur, mesela canınız sıkkınsa, sıkkınlıktan öte nefes alamaz gibiyseniz yazmak zul geliyor... Öte yandan, nefes alamazmış gibi hissederken altından kalkılabilen şeyler epey fazla, mesela sokakta yürüyebiliyorsunuz, mesela masada çalışabiliyorsunuz, mesela pencereden dışarıyı gözleyebiliyorsunuz, mesela kendinize pek hayrınız dokunmasa bile kuşları, kedileri, köpekleri besleyebiliyorsunuz... Kolay kolay becerilemeyen şeyler de var elbette, sorayım mesela, her şeyi, yazmayı falan geçelim de, bu aralar hanginiz rahat bir uyku uyuyabiliyorsunuz?
Bir zamanlar, dünyanın kendisi yine böyle büyük bir kabusa dönüştüğünde ve içimdeki sıkıntı şişelenip dizilebilir, paketlenip süslenebilir, biriktirilip odun niyetine sobaya atılabilir denli somut bir hal kazanmışken yazmayı çizmeyi bırakıp gazetelerden kestiğim ve zihnimi terk etmeyen resimleri -sadece resimleri ve manşetleri- koca bir deftere yapıştırmaya başlamıştım... sanki o resimler, orada muhafaza edilirlerse zihnimi koruyabilecekmişim gibi. Sonrasında, iyiden iyiye bir dehşet kolajı görünümüne kavuştuğunda anımsamak istemediğim pek çok şeyle dolu bir kutuya kapatıp rafa kaldırdım onu. Şimdi düşününce komik tabii, sayfalarını asla çevirmek istemeyeceğim bir utanç envanteri - insan, zihnine kazınanı dönüştürebilir mi ki? Kişisel tarihime gömülü bu anlamsız girişimi de anımsadıktan sonra sancılanmadan yaşayabiliyorsanız eğer etrafınıza daha dikkatlice bakın diyeceğim sadece, çünkü sancı, bir şeylerin yolunda olmadığını anımsamanın en temiz yolu, yaşıyor olduğunuzu hatırlamanın da elbette.
Özetle: bu geniş aranın, bu tuhaf girişin ardından hepimize, herkese daha havadar bir dünya diliyorum.
Kaybolmayalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder