Can Ateşi 1950’li yıllarda Amerika’ya,
kadınlar arası dostluk ve dayanışmaya, bireyi ezen bir dünyada kolektif bir
yaşama uğraşına dair, mağrur, yoğun ve şaşırtıcı bir roman. Amerika’nın
doğusunda, bir banliyö kasabasının yoksul aşağı mahallesinde, onları ezip
geçerek çarklarının arasında öğütmeye kararlı bir dünyaya karşı beş liseli kız
gurur, öfke, güç ve metanetle kaynaşarak bir isim veriyorlar kendilerine: Can
Ateşi. Gençliğin naifliği ve başkaldırının gözü karalığıyla besledikleri Can
Ateşi, haşarı bir kız çetesinden ziyade haksızlıklarla dolu bir dünyada her
biri için zaruri bir tavır, bir varlık zeminine dönüşüyor. Bu beş çocuk-kadın,
yetişkinlerin, en çok da erkeklerin kurguladığı bir düzene, kenetlenmiş
ruhlarıyla dimdik ve coşku içinde karşı geliyor. Amerikan edebiyatının en
önemli isimlerinden Joyce Carol Oates’un kendi yaşantısından da izler taşıyan
bu vahşi ve lirik romanı, büyüleyici bir dostluğu ve dar bir dünyada gururlu
bir yaşama uğraşını konu almış. Lirik bir dil ve doludizgin bir anlatımla
kurgulanan romanda, Joyce Carol Oates toplumsal adaletsizlikleri yürek burkarak
sorguluyor.
Amerikan edebiyatının en önemli isimlerinden
biri kabul edilen Joyce Carol Oates, Can Ateşi’nde konu ettiği karakterlere benzer bir
zaman ve zeminde, 1938 yılında New York eyaletinin Lockport kasabasında doğmuş.
Oates, tıpkı Can Ateşi’nin anlatıcısı Maddy gibi, ekonomik sıkıntılar içinde
geçen bir çocukluğun ardından 14 yaşında bir daktilo ediniyor ve onu National
Book Award, Heideman, Bram Stoker, Boston Book Review ve Prix Femina Etranger
gibi sayısız ödülle buluşturacak yazı serüvenine atılıyor. Amerikan toplumunun
karanlık kalbine, gündelik hayatın yürek sökücü ayrıntılarına duyduğu ilgiyi
her fırsatta dile getiren bu verimli yazarın yazınını etkileyen unsurlar Franz
Kafka’dan James Joyce’a, William Faulkner’den Sylvia Plath’e, Bob Dylan’dan
Henry James’e, Alice Harikalar Ülkesinde’ye dek geniş bir yelpazede yer alıyor.
Princeton Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık bölümünde ders vermeyi sürdüren Oates’un,
1963’ten günümüze uzanan yüze yakın eseriyle çağımızın en verimli ve dikkat
çekici yazarlarından olduğu söylenebilir.
Can Ateşi, beş genç kızın 1950’li yıllarda
Amerika’ya dair aşina olduğumuz, çoğunlukla erkek çetelerinin araba yarışı ve
mahalle kavgaları eşliğinde kapıştığı filmlerin –Batı Yakasının Hikâyesi, Asi
Gençlik, vb- yansıttığı imgelerin aksine beş genç kadının ve arkadaşlarının
içinde birey olarak var olamadıkları, erkeklerce kurgulanmış adaletsiz bir
dünyaya karşı ortak haykırışı aslında. Asi gençliğe dair basmakalıp
bildiklerimize tamamen zıt Can Ateşi’nin gerçekleri. Her biri hayatlarının
farklı düzlemlerinde zorlanmış, babalarından dayak yemiş ya da onları
hatırlamadıkları bir savaşta kaybetmiş, hayat mücadelesi veren anneleri
tarafından ihmal edilmiş, fakirlik ve ümitsizlik dolu hayatlara koşullanmış ve
bunlara rağmen önlerinde uzanan karanlığa ve kendilerine biçilmiş rollere isyan
eden, karşılaştıkları adaletsizliklerle kendilerince -ve kimi zaman çocukça-
ama illa ki mağrur bir biçimde ödeşme ateşiyle tutuşan beş gencin romanı Can
Ateşi.
Çocukluk ve yetişkinlik arasında, ergenliğin karanlık
coğrafyasında yitmemek için ayakta durmaya çabalayan bu beş genç kadın kaybedecek
hiçbir şeyleri olmamasının verdiği cesaret, hatta sınırsız bir gözü karalıkla
bir araya gelerek onlara hükmetmeye ısrarlı bir dünyayla uzlaşmayı reddediyor. Kendi idealleri doğrultusunda hiç kimsenin
buyruğu altına girmeden, doğrularını kimi zaman acımasızca yordamlarla hayata
geçiriyorlar. Alelade bir gençlik romanından öte, Can Ateşi erkek egemen bir
dünyada kadına dayatılan role, her şeyden öte büyük düzenliklere karşı yükselen
naif bir çığlık.
Joyce Carol Oates’un Can Ateşi’nde kurguladığı
çocukluk ve yetişkinlik düzlemi arası ergenlik platformu bu çığlığın yükselmesi
için ideal bir mecra. Savaş sonrası yaraların henüz sarılmadığı bir banliyö
kasabasının aşağı mahallesinde işçi sınıfına mensup ailelerin gelecekleri
baştan yitik çocukları olarak, yetişkinlerin dünyasına yöneldiklerinde duydukları
yoğun öfke karakterleri birbirine daha da derinden bağlıyor. Biraz ötelerinde
yukarı mahallede yaşayan üst sınıfların hayatlarıyla aralarında yatan uçuruma,
paranın ve erkin her koşuldaki tartışılmaz gücüne ve tüm bunların ışığında
isyan ettikleri dinsel öğretilerin ikiyüzlülüğüne, hatta Tanrı kavramını,
hayatın bir anlamı olabileceğini temel alan öğretilerin tümüne karşı
yükseltiyorlar seslerini. Ergenliğin tekinsiz dehlizlerinde hayatı tanımaya ve
tanımlamaya bir yandan da kendilerine var olabilecek alanlar açmaya çabalayan
beş güçsüz çocuk, alt sınıf mensubu olmalarına, cinsiyetlerine ve önlerinde
uzanan seçimlerin darlığına aldırmadan birbirlerinin desteğiyle çoğalarak
Oates’un usta kaleminde dünyaya karşı kimi zaman doğruluğu tartışılacak
eylemlerle muhalif bir tavır sergiliyor. Bu muhalif tavır, yoğun bir
çaresizliği gururlu bir varoluş savaşıyla harmanlıyor.
Yazar Joyce Carol Oates, romanın güç
odağı Kaltak Sadovsky karakterini mitolojik bir kahramanmışçasına kurguladığını
belirtiyor. Margaret Ann Sadosky, arkadaşlarının ona seslendiği lakapla Kaltak,
adaletsizliğiyle yüzleşmek zorunda kaldığı bir dünya önünde boyun eğmemekte
ısrarlı.
(Kitabın eskisi yenisi olmaz ya, geçmiş yıllarda yayımladığımız Joyce Carol Oates romanı Can Ateşi hakkında bir şeyler yazmışım, o zamanlar kitabın konusundan bahsetme konusunda bugünkü kadar ketum sayılmazmışım... Yarın, Kaltak üzerine düşüncelerle devam.)
(Kitabın eskisi yenisi olmaz ya, geçmiş yıllarda yayımladığımız Joyce Carol Oates romanı Can Ateşi hakkında bir şeyler yazmışım, o zamanlar kitabın konusundan bahsetme konusunda bugünkü kadar ketum sayılmazmışım... Yarın, Kaltak üzerine düşüncelerle devam.)
Çok güzel bir kitaptı, hatırlatma için teşekkürler... Oates kitapları güzeldir zaten ama Can Ateşi'de çok etkileyici bir kitaptı ve severek okumuştum...
YanıtlaSil