I.
Bir hikâye nasıl anlatılır? David Grossman, tamamı bir komedi kulübündeki gösteriye odaklı romanı Bir At Bara Girmiş’te kendi hikâyesi ile yüzleşen bir komedyeni anlatıyor. Grossman, ona Man Booker Uluslararası Ödülü’nü kazandıran ve bir stand-up gösterisini esas alan romanı yazmadan ne önce ne de sonra bir komedi kulübünden içeriye adım attığını söylemiş. Öte yandan bu, o kadar kanıksanmış bir pratik ki kaçış olası değil; bizzat izlemeden de bir komedi kulübünün atmosferini tanımak mümkün.
Bir At Bara Girmiş, sahnede geçmişiyle hesaplaşan bir adamın romanı. Bir komedi kulübünün çatısı altında, seyircilerin huzurunda. Format belli burada; komedyen, spotların altındaki gösterisine birkaç fıkra ile, seyirciye ufak ufak sataşarak başlıyor... Fakat sonra, kendi üzerindeki spotları alıp ergenlik yıllarında kalmış dehşetli bir anıya çeviriyor ve geçmişinin temellerini irdeliyor. Kimse ilk gençliğinden hasar almaksızın çıkamıyor ve aile dedikleri, birbirinin açık yaralarına, çıkmazlarına, kabuslarına şahit olarak yaşayıp giden insanlardan oluşuyor.
Bu alışılmadık ortamın anlatılan hikâyenin tesirine katkısı büyük; komedi kulüpleri hoyrat yerler sonuçta ve sahnedekinin kalabalığı eğlendirmek gibi bir görevi var. Çerçevesi belirli olan bu etkinlik, çerçeveye sığmayan bir hikâye ile sınanıyor. Kahkaha atmaya gelmiş izleyici, hakikat ile sınanıyor... Ne ki bu, gözü yaşlı bir palyaçonun romanı değil; sahnede dikilen ve sonunu sadece kendisinin bildiği bir hikâyeyi anlatmaya koyulan adam kırgınlığı, kırılganlığı ve yaralarıyla yeniden var ediyor kendini, yaşamının yükü ve varlığının hafifliği, kendi hakikati ile. Basmakalıp fıkralardan komedi klişelerine uzanması beklenen bir düzlemde oyunu bozan bir hamle bu; bir yırtılma anı... Suskunluğun bozumu; gerçeğin aktarımı.
David Grossman, Cumhuriyet Kitap’ta yayımlanan söyleşisinde şöyle diyor: "Yazdığım her şey, edebiyatımın tamamı sanırım bu meseleyle, bizleri birer kurban haline sokan durumlarda kurban rolünü reddetmekle ilgili." Korkunç bir anıyı sesli olarak aktarabilmek, mutlak bir yalnızlık duygusu eşliğinde tecrübe edilmiş bir olayı sahiplenip dönüştürmek ve ona, nihayetinde, hükmedebilmek ya da sadece altında ezilmeden ayakta durabilmek... Yaşamın, başa gelenin kurbanı, edilgen hedefi olmaktan çıkmak ve var olabilmek.
II.
Bir hikâye nasıl anlatılır? Bir giriş, gelişme ve sonuç ile... Peki ya anlattığımız şey, doğrusal bir yol izlemeyecekse? Ya esas anlatma ihtiyacı duyduğumuz şeyi hikâyeye gizlememiz, aralara ufak tefek öykücükler serpiştirmemiz ve doğrusal bir yol izlermiş gibi anlattığımız öykünün içine o esas şeyi bir kaya gibi bırakmamız, yükümüzden kurtulmamız gerekiyorsa? Tekrar soralım: Bir hikâye nasıl anlatılır?
III.
Bir At Bara Girmiş’te iki anlatıcı var; biri, sahnede öyküsünü anlatan adam; diğeri ise onu izlemesi için sahnedeki adam tarafından oraya çağrılan (ve okur için yegâne olan) anlatıcı. Bu ikisi, birer cambaz gibi salınıyor geçmişin halatları üzerinde... Paylaştıkları ve sezinleseler de deşmedikleri sırlar birer duvar gibi yükseliyor önlerinde. O sırlar ki, okurun da önünde...
IV.
David Grossman, Cumhuriyet Kitap söyleşisinde şöyle diyor: “Belki de yazar olmamı sağlayan şey budur: Her hakikat anlatısının farklı bakış açılarıyla okunabileceği düşüncesi.”
(Görsel: Doug Aitken. Bir At Bara Girmiş, Aylin Ülçer'in güzel çevirisiyle şimdi kitapçılarda.)
Çok etkileyici bir kitap olmalı. Tanıtım yazınızda bile beni içine aldı. Bu kitabı kesinlikle okumalıyım diye düşündüm. Teşekkürler..
YanıtlaSil