İnsan, bazen aradığı şey gözünün önünde bile olsa görmüyor, sevgili blog okuru, nice değerli dakikasını, somut veya soyut, gereksindiği şey tam karşısındayken boş yere arayarak harcıyor. Bu, fikirler için de geçerli, "Hadi canım," "Yok yahu, öyle değildir herhalde," ile geçip giden ömürler söz konusu; oysa hayat şaşırtmacalar düzenlemeyi pek seviyor. Geçenlerde sinemada, hakkında hiçbir şey bilmeden girip izlediğim Paul Thomas Anderson filmi Phantom Thread esnasında böyle bir şey yaşadım - çok beğendiğim ama herkese göre olmadığını düşündüğüm bu film, cebinden bir referans çıkararak bana hoş bir ters köşe sundu ki emeği geçenlere teşekkür etmeyi borç bilirim. Hiç beklemediğim bir Shirley Jackson referansı, film sırasında adeta üzerime atladı ve önce tesadüftür dedim ama sonra, ikinci ve belirleyici bir unsur ile karşılaşınca emin oldum: Paul Thomas Anderson, Shirley Jackson'ın tekinsiz hayalet hikayelerinden esinlenmekle kalmamış, Biz Hep Şatoda Yaşadık'ın başkahramanına da selam çakmıştı - Daniel Day Lewis'in canlandırdığı Reynolds Woodcock karakterinin, onu ve ablasını yetiştiren dadıdan bahsederken, "Dadımız, şeytani Ms. Blackwood'du, biz ona Kara Veba (Black Plague) derdik" demesi ve filmin devamında mantarların oynadığı rol düşünülürse, bunlara önseme gözüyle dahi bakabiliriz sanıyorum. (Filmi izlemeyenler ve kitabı okumayanlar hiçbir şey anlamamış olmalı, ama ne yapalım, açık edecek değilim, illa ki dolaylı olacak bu aktarım. Bir de klişe ekleyeyim günahlarıma bu noktada, filmde her diyaloğun hayati bir işlevi vardı.) Bu incelikli film, ikili ilişkilerde iktidar dinamiklerini ele alıyor, bu aralar popüler olan terimle toksik erkekliğe dair bir örnek sunduğu ve bu miti yerle bir ettiği de sıkça söyleniyor, gerçi hikayeyi açık etmeden pek bir şey diyemiyorum, eh, bu da kriptik bir yazı olsun madem. Filmin bitiminde bir süre salonda oturup düşündüm ve akabinde, sorularıma bir yanıt bulmak için yönetmenin Reddit soru-cevap seansını tararken en sevdiği yazarları listeleyen yanıtıyla karşılaştım: "John O'Hara, John Steinbeck, George Orwell, Shirley Jackson, Caroline Blackwood."
Bu dolambaçlı yazıyı kapatırken, PTA'nın andığı beş yazardan üçünün (Shirley Jackson, George Orwell ve John Steinbeck) Berrak Göçer çevirileri ile yayımlandığını ekleyeyim - eh, bu da, Paul Thomas Anderson ile Göçer'i buluşturan ve burada altı çizilmiş bir ayrıntı olsun.
Toksik erkeklik ve zehirli mantarlar konusunu bir başka yazıda ele alacağım.
(Görselde Yayoi Kusama'nın büyülü gözlerinden bir mantar yorumu yer alıyor. Ufak bir not: yukarıdaki George Orwell'e dikkat, hem adında hem de soyadında bir bağlantı kapısı barındırıyor.)
Teşekkür ederim, sayenizde PTA'nın Reddit söyleşisini okuma fırsatı buldum. Yalnız söz ettiğiniz cevapta iki yazarı daha anmış, Chester Himes ve Thomas Pynchon. Gözünüzden kaçtı sanırım.
YanıtlaSilHaklısınız, yazının başında bahsettiğim durum söz konusu olmuş adeta, cümleyi kafadan atlamışım. Teşekkürler!
YanıtlaSil