...
İletişimsizlik, olan bitene şahit olmakla
yükümlü olduğumuz dünyada belki de insana verilmiş cezaların en büyüğü. Roman,
Oskar’ınkiyle paralel olarak anlatılan Dresden Bombardımanı’ndan kurtulmuş
yaşlı çiftin öyküsüyle de bu temanın altını şiddetle çiziyor. Bombardımandan
kurtulduktan sonra konuşmayı bırakıp sadece yazı yazarak iletişim kuran adam
ile ona adeta bir akrabalık bağıyla tutunan kadın, içinde bir türlü var
olamadıkları ortak hayatlarında, yaşam alanlarını yavaş yavaş “hiçbir şey”
yerlerine dönüştürüyorlar. Eski yaraların yerine yenilerini ekleyerek yaşamla
uzlaşmaktansa, hayatta kalmış olmalarını reddedercesine kendi sessizliklerine
ve boşluklarına gömülüyorlar. Suskun adam her gece üzerinde uyudukları
çarşafları yazılarla doldururken; kadın, aylarca oturup yaşam öyküsünü yazdığı kâğıtları
adamın önüne koyuyor: bomboş olarak.
İetişimsizliğin yanı sıra, Aşırı Gürültülü ve
İnanılmaz Yakın’da ses teması da oldukça önemli.
Ses, birebir yaşamın içinden yükseliyor ve
söylenmemiş sözler, yaşam akışına zıt çıkmazlara vesile oluyor. Bir yanda
konuşmamayı ve çevresiyle iletişimini bir yerlere karaladığı cümlelere ve
avuçlarına yaptırdığı “evet” “hayır” dövmelerine indirgemeyi seçen yaşlı adam,
diğer yanda Oskar’ın Black soyadlı kişileri tararken tanıştığı ve duyma cihazının
düğmelerini yıllar önce kapatarak etrafındaki seslere duyarsız yaşamayı seçen,
yüz yaşını devirmiş adam… Bu iki karakter de, yaşama sesle dahil olmayı ya da
yaşamın sesini duymayı reddettikleri çözümsüz noktalarda, akıp giden hayata
karşı kapattıkları kapıları roman akışı içinde farklı biçimlerde aralamaya
teşebbüs ediyorlar. Kimi yerlerinde satırların üst üste bindiği, anlatılan
kadar anlatılamayanın da anlatının bir parçası haline geldiği bu romanda,
Foer’in duruşu umuttan ve insancıl olandan yana.
Sözün bittiği yerde, üst üste binen satırlar,
boş sayfalar ve akıllardan ne yapılırsa yapılsın silinemeyecek resimler öyküyü
destekliyor ve söylenebilenlerin yoğunluk derecesini artırıyor. Oskar’ın babası
olduğunu hayal ettiği, alevler içindeki İkiz Kuleler’den atlayan, gökten düşen
adam resimleri gibi. Durmaksızın icatlar yapan Oskar, kuşyeminden bir gömlek
icat ediyor mesela, yanan bir gökdelenin içinde hapis kalarak hayatından
kaybolan babasını hayallerinde kurtarabilsin diye. O zaman, işte o zaman, sözün
bittiği, tüm çözümlerin tükendiği bir yerlerde, yanan bir binadan atlayıp yere
çakılmaktansa göklere yükselmek mümkün olabilirdi. Ya da düşüşü belgeleyen
fotoğraf karelerinin sırasını sondan başa doğru dizerek… İşte o zaman, Oskar’ın
da dediği gibi, “Güvende olurduk.”
...
----
Yazının tamamı, Varlık Dergisi'nde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder