Kitabınızı matbu,
mecranızı ise kitabevi olarak tercih edenlerdenseniz şimdilik size ne ifade eder
bilmiyorum, fakat Amazon’un Temmuz ayından itibaren geçeceği uygulama,
yazarları yakından ilgilendiriyor: Global yayıncılık arenasındaki en büyük ve
belirleyici oluşumlardan Amazon, bundan böyle e-kitaplarının yazarlarına satın alınan
kitaplar üzerinden değil sayfa hesabıyla, yani okunan sayfa başına ödeme
yapacağını duyurdu. Bir nevi göz kirası... Tekelleşen ve saldırgan stratejileriyle sektörün
geleneksel aktörlerini tehdit eden dev şirket yayıncılık gündemini epeydir belirlese
de bu son hamle, yazarın üretimini beğeniye endekslemesiyle gelecekte istisnasız
hepimizi bekleyen karanlık günlerin habercisi sayılabilecek nitelikte. Öyle ya,
beğeni yeterli değilse, yazarın özgün tercihleriyle, kendi yolunu tutarak
hayatta kalması, ileride pek de mümkün olmayabilir.
Geri bildirim ve
teknolojinin sağladığı geniş olanaklarla sınırsız bir diyalog düzleminde
yaşamaktan kaynaklı sorulara –Basılı kitabın ömrü ne? Telif, Internet odaklı
paylaşım imkanlarıyla nasıl bağdaşır? vs- böylelikle bir yenisi eklendi: Kitlelerin
beğenisi, yazma edimini nasıl etkileyecek? Zamanımızın en büyük yazarlarından
biri kabul edilen Jonathan Franzen, 2011 tarihli bir konuşmasında,[2]
Facebook sayesinde “beğenmek fiilinin bir halet-i ruhiyeden fareyle yapılan bir
harekete, bir duyguyken bir tüketim ifadesine dönüştüğünü” söylüyor ve
teknolojinin nihai amacının, isteklerimize kayıtsız kalan reel dünyayı ortadan
kaldırıp bu istekleri anında ve birebir karşılayan bir dünya koymak olduğunu
belirtiyor. Franzen, bilhassa sosyal medya teknolojilerine karşıtlığıyla
biliniyor, dolayısıyla yeni çağın beğeni eğilimlerini eleştirmesi çok da
şaşırtıcı değil. Öte yandan, yeni şekillenen kültürel manzarada, hele de
Amazon’un son girişiminin ışığında bizlerin durumu, Sierra Nevada dağlarında
karda mahsur kalmalarının akabinde yamyamlığa başvurup birbirlerini yemeye kadar
varan türlü badireden sonra Kaliforniya’nın onlara vaat ettiği yeni ve sahipsiz
(!) topraklara kavuşan Donner Ekibi’ndekilerin[3]
içinde bulunduğuyla paralel sayılabilir; varış noktası hakkındaki vaatler ne
denli parlak olursa olsun tuttuğumuz yolun pek de iç açıcı olmadığını söylemek için
kâhin olmaya gerek yok sonuçta... Uygulama henüz sadece e-kitapları kapsıyor;
fakat bunun kitabevleri ve matbu kitaplar nezdinde etkisi olmayacağını düşünmek
ya epey iyimser olduğunuza ya da halihazırda tekelleşmiş kitabevi zincirlerinin
yön verdiği ortamda tektipleşmeye fazlaca meyilli kitap raflarına uzun zamandır
dikkatlice bakmadığınıza delalet olabilir. Tüketim çarkının en kurnaz manevrası
bu belki de: taleplerin birebir karşılandığı, tercihlerimiz doğrultusunda iyiden
iyiye şekillenen bir manzaranın parçaları olarak bizler, yeni ve farklı keşiflere
her zamankinden daha uzak, yeni ufuklar karşısında her zamankinden daha kör, yeni
sesler duymaktan her zamankinden daha aciziz.
Talep gören
filmlerin illa ki devamlarının gelmesi yahut yeterince izlenmedikleri için orta
yerinde gösterimden kaldırılan diziler misali, kitapların da tüketime ya da
serileşmeye şartlandığı bir gelecek sanılandan daha yakın ise eğer, özgün,
ayrıksı, öncü yazar miti nasıl evrilir? Sorunun yanıtı zamanla belli olacak,
fakat güçlü ve benzersiz seslerin, yenilikçi yaklaşımların seyrelerek yerlerini
denenmiş, sınanmış ve onaylanmış olanlara bırakacağını, kendi yolunda yürüyen
yazar imgesinin yerini kalabalıkları eyleyen yazara bırakacağını iddia etmek
mümkün. Yazınla gelişen okurdansa, kitlelerin tüketim tercihleri doğrultusunda
şekillenen edebiyat ve kalabalıkların içinde özgünlüğüyle, sürüden ayrılarak
tuttuğu yolla öne çıkacağı yerde sürüye, yani kitlelere, daha doğrusu “tüketiciye”
–ve endüstriye- hizmet eden yazardan oluşan bir bulanık manzara karşımızdaki. Öyleyse
ne türden olursa olsun baskıya boyun eğmemiş kalemleri anmak, yazarın
kitlelerle değil, onlara rağmen hayatta kalma ve kendi özgün rotasını çizme
edimine daha yakından bakmak, sormak gerek: Yazarın yolu, nerelerden geçip de
buralara geliverdi?
(...)
Ünlü romancı Neil
Gaiman, geçtiğimiz günlerde, The Long Now adlı vakıf için bir konuşma yaptı ve
burada bahsedilenin aksine, oldukça parlak bir manzara çizerek hikâyelerin asla
ölmeyeceğini, bilakis, insanlar fani olsa da iyi hikâyelerin sonsuzluğa
uzanacağını söyledi. İyimserlik de manzaraya bakarken kullanılacak bir tercih elbette;
fakat eklemeden geçmemeli, The Long Now, geleceğe yatırım yaptığını söyleyen
bir kuruluş ve en büyük projelerinden biri, çölde inşa edilen ve on bin yıl
boyunca çalışacak olan saat... Projenin en önemli sponsoru ise Amazon CEO’su
Jeff Bezos’dan başkası değil; Bezos, bu saatin inşasına şimdiden milyonlarca
dolar yatırmış halde.
Şüpheye mahal
yok; geleceğe giden yol epey uzun sürecek, öte yandan manzara, nicedir
şekillenmekte.
[1] Solnit, Rebecca. Kaybolma Kılavuzu. Çeviri: Gökçe Gündüç.
[2] Franzen, Jonathan. “Acı İnsanı Öldürmez,” Uzaktaki. Çeviri: Zarife Biliz.
[3] Seksen yedi kişiden oluşan at arabalı
ekip, 1846’yı 1847’ye bağlayan aylarda Kaliforniya yolundayken soğuk kışın
bastırmasıyla dağlarda mahsur kalmış, yiyecek stoklarını tüketmiş ve içlerinden
sadece kırk sekiz kişi, yolculuğun sonunu görebilmiştir. Donner ekibinin
macerası, Amerikalı öncülerin göçlerine dair kayıtlara geçmiş en büyük trajedi
sayılır.
--------
Yazının tamamı IAN Edebiyat'ın Kasım 2015 sayısında yayımlanmıştır.
Drone'ları, algoritmaları ve diğer ütopik projeleriyle Amazon hakkındaki düşüncelerinizi, Çember'i okuduktan sonra bir daha gözden geçirin derim. On bin yıl sonra, on bin yıl önce...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder