(...)
"Ertesi gün diğerleriyle muhabbet ettim - bir Türk, bir Suriyeli, birkaç Lübnanlı öğrenci ve İtalyan asıllı bir Arjantinli. Türk bende neredeyse anında antipati uyandırdı. İnsanı çileden çıkaran bir mantık takıntısı vardı adamın. Çarpık bir mantık, üstelik. Şiddetle karşı çıktığım tüm o diğerleri gibi onda da Amerikan ruhunun en kötü yanlarının dışavurumuna şahit oldum. Gelişmeye takmıştı bu insanlar. Daha çok makine, daha çok verim, daha çok sermaye, daha çok konfor - başka şeyden konuşmuyorlardı. Amerika’daki milyonlarca işsizden haberleri olup olmadığını sordum onlara. Soruyu dikkate almadılar. Makine üretimi onca lüks ve konfora rağmen Amerikan halkının ne kadar kof, mutsuz ve sefil olduğunu bilip bilmediklerini sordum. Alaycılığım onlara işlemedi. Onların istediği tek şey başarıydı - para, güç, güneşin altında bir ev. Hiçbiri geri dönmeyi düşünmüyordu; her nedense hepsi de buna rağmen ülkesine dönmek zorunda kalmıştı. Ülkelerinde onlar için hayat olmadığını söylediler. Hayat ne zaman başlar? Bunu öğrenmek istedim. Amerika’nın, Almanya’nın ya da Fransa’nın sahip olduğu her şeye sahip olduklarında başlayacağını söylediler. Hayat eşyadan ibaretti anladığım kadarıyla, daha ziyade makinelerden. Parasız bir hayat olanaksızdı; giysilere, güzel bir eve, radyoya, arabaya, tenis raketine falan ihtiyaç vardı. Bunların hiçbirini gereksinmediğimi ve onlarsız da mutlu olduğumu, Amerika’ya tam da bu gibi şeyler bana bir şey ifade etmediği için sırtımı döndüğümü söyledim. O güne dek tanıdıkları en tuhaf Amerikalı olduğumu söylediler.
Fakat sevdiler beni."
(Marousi'nin Devi, Henry Miller. Çeviren: Avi Pardo. Çağlayan Çevik, Hürriyet Keyif'teki değerlendirmesinde, "Miller'ın gözünden Yunanistan'ı ve halkını okuduğunuzda, Çipras'ın başarısını daha iyi anlayacaksınız," diyor; görselde Keyif ve kitap, bir arada.)
Kitabın bu alıntısı çok ilgimi çekti.Bu yazı sayesinde alacağım kitabı sanırım.
YanıtlaSil