“Doğan her şey
ölmek zorundaydı ki bu da hayatlarımızın gökdelenlere benzediği anlamına
geliyordu. Duman farklı hızlarda yayılıyordu ve bizler içlerinde sıkışıp
kalmıştık.”*
(...)
Foer, Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın’da
temel olarak iletişimsizliği konu ediyor. Ve iletişimsizlikten yola çıkan bu
romanda, fotoğraflar, dizgi oyunları, boşluklar ve üst üste geçmiş metinler
yardımıyla, alışılmış düzyazı formuna kimi yerlerde aykırı bir sembolizm
kurarak, içinde yaşadığımız dünyanın dehşetini ve güzelliğini paylaşmakta ne
denli beceriksiz olduğumuz gerçeğini gözler önüne seriyor. Romanı roman formu
dışında, Oskar’ın “Başıma Gelen Şeyler” defteri benzeri bir mantıkla neredeyse bir
insanlık tecrübesi kaydı olarak tasarlayan yazar, söylenmemiş sözleri, satır
aralarını ve anlaşmazlıkları; dizgi oyunları, görseller ve boş sayfalar
üzerinden anlatıya ait temel parçalar haline getirmeyi başarmış. Kimi zaman
sözün yetersiz kaldığı, yaşamın ağırlığının tüm gücüyle insanı ezdiği ve büyük
katliamlar ya da kayıplar atlatanların suçluluklarından asla kurtulamadığı bir
dünyada, Foer, bir küçük çocuğun merak ve çaresizlikle dolu yaşam duruşu ve
sıradışı anlatım teknikleri yardımıyla ince ince, dantel gibi işlenmiş bir
insanlık tecrübesini anlatısını oturttuğu ana zemine dönüştürüyor.
İletişimsizlik, olan bitene şahit olmakla
yükümlü olduğumuz dünyada belki de insana verilmiş cezaların en büyüğü. Roman,
Oskar’ınkiyle paralel olarak anlatılan Dresden Bombardımanı’ndan kurtulmuş
yaşlı çiftin öyküsüyle de bu temanın altını şiddetle çiziyor. Bombardımandan
kurtulduktan sonra konuşmayı bırakıp sadece yazı yazarak iletişim kuran adam
ile ona adeta bir akrabalık bağıyla tutunan kadın, içinde bir türlü var
olamadıkları ortak hayatlarında, yaşam alanlarını yavaş yavaş “hiçbir şey”
yerlerine dönüştürüyorlar. Eski yaraların yerine yenilerini ekleyerek yaşamla
uzlaşmaktansa, hayatta kalmış olmalarını reddedercesine kendi sessizliklerine
ve boşluklarına gömülüyorlar. Suskun adam her gece üzerinde uyudukları
çarşafları yazılarla doldururken; kadın, aylarca oturup yaşam öyküsünü yazdığı kâğıtları
adamın önüne koyuyor: bomboş olarak.
Aşırı Gürültülü ve
İnanılmaz Yakın’da ses teması da oldukça önemli. Ses, birebir yaşamın içinden yükseliyor ve
söylenmemiş sözler, yaşam akışına zıt çıkmazlara vesile oluyor. Bir yanda
konuşmamayı ve çevresiyle iletişimini bir yerlere karaladığı cümlelere ve
avuçlarına yaptırdığı “evet” “hayır” dövmelerine indirgemeyi seçen yaşlı adam,
diğer yanda Oskar’ın Black soyadlı kişileri tararken tanıştığı ve duyma cihazının
düğmelerini yıllar önce kapatarak etrafındaki seslere duyarsız yaşamayı seçen,
yüz yaşını devirmiş adam… Bu iki karakter de, yaşama sesle dahil olmayı ya da
yaşamın sesini duymayı reddettikleri çözümsüz noktalarda, akıp giden hayata
karşı kapattıkları kapıları roman akışı içinde farklı biçimlerde aralamaya
teşebbüs ediyorlar. Kimi yerlerinde satırların üst üste bindiği, anlatılan
kadar anlatılamayanın da anlatının bir parçası haline geldiği bu romanda,
Foer’in duruşu umuttan ve insancıl olandan yana.
Sözün bittiği yerde, üst üste binen satırlar,
boş sayfalar ve akıllardan ne yapılırsa yapılsın silinemeyecek resimler öyküyü
destekliyor ve söylenebilenlerin yoğunluk derecesini artırıyor. Oskar’ın babası
olduğunu hayal ettiği, alevler içindeki İkiz Kuleler’den atlayan, gökten düşen
adam resimleri gibi. Durmaksızın icatlar yapan Oskar, kuşyeminden bir gömlek
icat ediyor mesela, yanan bir gökdelenin içinde hapis kalarak hayatından
kaybolan babasını hayallerinde kurtarabilsin diye. O zaman, işte o zaman, sözün
bittiği, tüm çözümlerin tükendiği bir yerlerde, yanan bir binadan atlayıp yere
çakılmaktansa göklere yükselmek mümkün olabilirdi... Ya da düşüşü belgeleyen
fotoğraf karelerinin sırasını sondan başa doğru dizerek… İşte o zaman, Oskar’ın
da dediği gibi, “Güvende olurduk.”
Foer’in becerisi, Hiroshima’dan Dresden’e ve
11 Eylül saldırılarına dek uzanan bu geniş açılımlı romanda insancıllığı ön
planda tutarak yaşamın dehşetini ve güzelliğini bir arada ve iç içe geçmiş
şekilde yansıtabilmesi. Konu aldığı insanların hayatlarındaki teğetlerin,
çıldırtıcı tesadüflerin ve kan bağı ile kurgulanmamış akrabalıkların ötesinde,
Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın yaşama sevinciyle dolup taşan bir roman.
Birdenbire havalanıp, Oskar’ın tabiriyle aşırı
gürültülü bir şekilde ve inanılmaz yakından geçerek doludizgin kanat çırpan
bir kuş sürüsü misali, yaşamın insanı alıp önüne katan, tüm yaraların ötesinde
kendi döngüsü içerisinde kanatlanmaya zorlayan ışığı, formlara meydan okuyan bu
anlatıda sayfalardan dışarı taşıyor. Ve aydınlattığı yerde insanlık tarihi
boyunca tanık olunmuş büyük kötülükler, derin acılar ve onulmaz yalnızlıklar;
masallar, hayaller ve icatlarla buluşarak, hiçbir şeyin siyah ve beyazdan
ibaret olmadığını, tüm karanlıklara rağmen yaşamın ise gölge oyunlarında ne denli
becerikli olabileceğini gösteriyor.
(Yazının tamamı, Varlık dergisinin 2008, Aralık sayısında yayımlanmıştır. Bir nevi zaman kapsülü niyetine.)
"Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın" yeni bin yılda başımıza gelen en iyi sanat olaylarından birisi. Yazı sanatında sadece yazıyla iletişim kurmaya başlayan bir karakter yaratmak basit ve dahice bir fikir. Oskar'ın kendine özgü düşünceleri de çok hoşuma gitmişti. Hastasıyız.
YanıtlaSilYayınlandıktan birkaç yıl sonra okuyabildiğim kitap, hem yayıneviyle hem yeni Amerikan yazarlarıyla tanışma fırsatı verdiği için bendeki yeri hala özel.
YanıtlaSil