Bir adam bara girer ve sahnede tek kişilik bir gösteri yapan komedyeni izlemeye koyulur. Komedyen kaba saba esprileri, kendine tokat atması, havaya yumruklar savurmasıyla izleyiciyi huzursuz etmektedir; onu izlemek üzere kapıdan içeri giren adam da çıkıp gitmek ile kalmak arasında bocalayan, neredeyse çökkün bir tavır içindedir. Komedyenin monoloğu uzadıkça, eğlence amaçlı gibi görünen bu gece komediden trajediye doğru kayarak bir tür kişisel sorgulama, bir iç dökme eylemi haline gelir.
Komedyen Dovaleh G. diye tanıtır kendini. O gece, o barda onu önceden tanıyan iki kişi vardır: bizzat davet ettiği fakat kırk yılı aşkı süredir görüşmediği eski arkadaşı Avishai Lazar ve tesadüf eseri orada bulunan, eskiden komşu olduğu bir kadın. Bu kadın, sahnedeki adam için karakter tanığı görevi görür. Avishai Lazar emekli bir hâkimdir; komedyen, kendisini izlemesini özel olarak rica etmiştir. Avishai’a düşen, komedyenin ricası üzerine sahnede gördüğü şeyi anlatmaktır; sahnedeki adamın özünü, içinden taşan ışığı. Metnin anlatıcısı da olan Avishai -ki bir komedi kulübüne adım atmayacak kadar ağır başlı ve sert mizaçlı, ayrıca kendi yaşamına ait bir trajediden dolayı hüzünlü bir tiptir- sahnedeki gösteriyi yansıtan bir ayna olmakla kalmayıp onu yorumlamakla da yükümlüdür.
Anlatılan hikâyeye suçluluk duygusu sinmiştir. İzleyicilerin bir kısmı maruz bırakıldıkları kasvetli öykü karşısında sayıp söver, hatta kalkıp giderken kalanlar, empati dinamiği doğrultusunda ister istemez kendi vicdanlarını yoklamaya koyulur. Seyirci eğlenmeye gelmiştir ama sahnedeki adam acı çekmektedir. Seyircinin eğlence ihtiyacı, göstericinin sağalma ihtiyacının yanından gölgede kalmıştır şimdi. Kalabalık, karanlık bir komedi kulübünde, bir başkasının yarasıyla yüz yüzedir. Hikâye ilerledikçe, anlatılanın gerisinde bütün bir yaşam, bir yara gibi açılır önümüzde. Zaten her yaşam, kendi içinde çoğalan yaralarıyla birlikte sessizce uzanıyordur ölüme.
Büyük romancı David Grossman’ın komedi klişeleri ve stand-up’a özgü aralıklı monolog biçemiyle derinlikli bir şahsiyet anlatısına çevirdiği Man Booker Uluslararası ödüllü romanı Bir At Bara Girmiş, görmeyi bilen gözler için incelikli bir metin. Grossman’ın kaleminde sahnedeki kahraman acısını öylece ortaya döken bir sanatçı olarak yükseliyor ve dehşetli bir anıyı temize çekerken yaşamın katlanılmaz yükünü sayfalara döküyor. Boğazımızda bir yumru, sırtımızda bir yük olarak taşıdığımız, aile de denen travma yuvası, bu performans esnasında sözcüklerle yeniden icat edilir. Gelgelelim bu, çift taraflı bir durumdur; Dovaleh G. sahnede kendi hüzünlü geçmişinin sayfalarını yeniden açarken izleyicisi Avishai da kendi kayıpları ve ıssız hayatıyla yüzleşecek, spot ışıklarının altında durup anlatma cesareti sergileyen adama baktığı sırada kendi içine bakacaktır.
Başkasının acısına nasıl bakılır? Grossman’ın Bir At Bara Girmiş’ini toplumsal bir alegori, iç içe yaşadığımız onca soruna karşı takındığımız kolektif kayıtsızlığın, iflah olmaz yalnızlığımızın bir resmi olarak görmek mümkün. Haberdar olup da merak bile etmediğimiz, hızla uzaklaştığımız trajedilere, ötekinin çilesi karşısında ne denli kolayca başka tarafa döndüğümüze dair sarsıcı ve vurucu bir anlatı; sanatın yaratma ve sağaltma gücünü, hakikat anlatısının çoğul olabileceğini anımsatan bir metin.
(Bu aralar, bir kitaptan bahsederken spoiler vermeden, sürprizlerini açık etmeden nasıl yazılır meselesine kafa yoruyorum sevgili blog okuru... Bu, Bir Gün gazetesinde yayımlanmış bir yazı; kitabı anlatmasına rağmen okurun kendiliğinden keşfetmesi gerekenleri açık etmediği kanısındayım; burada dursun bu bağlamda. Görseldeki iş, Deborah Butterfield imzalı.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder