6 Mayıs 2013 Pazartesi

Koş!



Geçtiğimiz otuz yıl içinde, otuz üç tam maraton koştum. 

(...)

Maratonların güzelliği rekabet içermemelerinden kaynaklanır. Dünya çapındaki koşucular arasında zorlu çekişmeler yaşanır elbette. Ama benim gibi bir koşucu (ve tahminimce koşucuların çoğu için de geçerlidir bu) sürenin önem taşımadığı sıradan koşucular açısından, maraton bir müsabaka değildir. Kırk iki kilometre koşma deneyiminin keyfine varmak için yarışa katılırsınız ve koştuğunuz sürece bunun tadını çıkarırsınız. (Koştukça) Yavaştan acı duymaya başlarsınız, ardından duyduğunuz acı ciddi anlamda artar ve sonunda acının da tadını çıkarmaya başlarsınız. Bu karmaşık süreci etrafınızdaki koşucularla paylaşmak keyfin bir parçasıdır. Tek başınıza kırk iki kilometre koşmayı denerseniz, üç, dört, beş saat boyunca katıksız acı çekersiniz. Daha önce yaptım bunu ve aynı deneyimi tekrarlamak niyetinde değilim. Ama başka koşucularla birlikte koşmak daha az işkence çekmenizi sağlar. Fiziksel açıdan zordur elbette -nasıl olmasın?- ama kardeşlik ve birlik duygusu sizi finişe taşır. Maraton bir mücadeleyse eğer, kendinize karşı verdiğiniz bir mücadeledir.

Haruki Murakami, New Yorker'a bu yıl kana bulanan Boston Maratonu'nu yazmış; yeni bir haftaya başlarken, ilham kaynağı niyetine burada yer vereyim istedim. Dünya işlerinin zorlu etapları, hayat koşusunun yorucu dönemeçlerinde, maraton koşan Murakami imgesi, bir odaya kapanmış yazan Murakami imgesi kadar kuvvetli, onun kadar parlak.

Tolstoy'dan alıntı yapan Chris McCandless ile bitirelim o zaman:
"Mutluluk ancak paylaşıldığında gerçektir."

Öyle midir?

Yalnız koşanlara sormak gerek.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder